14 Şubat 2020 Cuma

Bugün yapmak zorunda kaldığım bir konuşma beni oldukça etkiledi ve kendime dair düşünmeye itti. Bir şeyi gerçekten anladım ki ne kadar iyi empati yaptığınızı düşünürseniz düşünün, söylediklerinizin karşı tarafa hissettirdiklerini ancak tahmin edebilirsiniz ama onun gibi hissedemezsiniz, eğer aynı durumu daha önce yaşamadıysanız. Ben bu kez her zaman alışık olduğum taraftaydım ama ilk kez tam tersi tarafı da yakın zamanda tecrübe etmiş ve çok yanmış, çok üzülmüş ve iyileşmiş, öğrenmiş biri olarak. Eskiden olsa bu söylediklerimi pek de düşünmeden tartmadan ve karşımdakinin ne hissedeceğini belki de çok umursamadan söyleyebilirdim. Ama daha önce terk edilmiş, reddedilmiş biri olarak, ne söyleyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi kırk kez düşünüp tarttım. Hani, birinin hayatına öylece girip, sonra da hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gitmek bu kadar kolay olmamalı diye isyan etmiştim ya. Başka birine, benim yaşadığım şeyi yaşatmamak için yaptım bunu. Belki şimdi üzüldü, kırıldı...ama ileride daha çok üzüleceğini ben biliyordum, belki o şimdi farkında değildi, arzuları bu gerçeği görmesini engelliyordu. Tıpkı benim görmediğim, görmek istemediğim gibi. Varsın bana gönül koysun, varsın ben kötü olayım ama birine bunu yaşatmaya hiç mi hiç hakkım yoktu. Kimsenin de yok! Umarım karşısına benden çok daha iyileri çıkar ve mutlu olur, umarım onu kırmadan, üzmeden anlatabilmişimdir derdimi.... hayat birilerini üzmek, kalp kırmak için çok kısa...

1 Şubat 2020 Cumartesi

Kafamda bir sen hayal ediyorum ve o Sen'i seviyorum. Sonra bi gün gerçekten seni tanıma fırsatım oluyor ve bir bakıyorum ki, a aaa, bu sen o sen değilsin... bakalım bu kez doğru tahmin edebilecek miyim seni?
Sakinsin, sabırlısın. Zaten kafandakileri, yapmak istediklerini yapacağını biliyorsun, bu yüzden sakin ve emin adımlarla ilerliyorsun. Bir yandan da hayat akıp giderken, hayatın içinde olmayı da kaçırmıyorsun. Hırslara kapılıp, kendini kaybetmiyorsun. Olduğun yerden memnunsun, bu dün de böyleydi, yarın da böyle olacak. Hayatı sana getirdikleriyle kabul ediyorsun. Cesursun da ama aptal değil.
Bir gün beni göreceksin, sen de beni daha tanımadan benim nasıl biri olduğum hakkında tahminler yürüteceksin. Sonra bi gün gerçekten de beni tanıma fırsatın olacak. O zaman ben sana soracağım, ne tahmin etmiştin? Bakalım doğru mu tahminlerin? Görüşmek üzere...

12 Aralık 2019 Perşembe

Görmek istemeyen birine, ne kadar açık anlatırsanız anlatın, göremez. Bir diyalog aklıma geliyor; bunu bana keşke daha önce söyleseydin diyorum, söyledim ama demek ki yeterince açık bir şekilde anlatamamışım diyor. Düşünsenize, söylediği şeyi daha önce belki de defalarca söylediğinin ya da ima ettiğinin farkında bile değilim. Bu aşkın insanın gözlerini kör etmesi falan değil, bu kendine iyi gelen birşeye tutunmaya çalışmak, hem de bir taraftan bunu yapmadığını iddia ederek (kendini kandırdığının, karşı tarafı kandırdığının farkında bile olmadan). İçindeyken farkına varamıyor insan, dışına çıkınca üçüncü gözden bakabiliyor. Neyse ki O bunu içindeyken de görebilecek kadar olgundu ve kendini benden kurtardı. Beni de düşmekten. Ama O bunu en baştan beri biliyordu, peki biz bunu neden yaşadık?  Madem bunun bir sonu olacağını biliyordu, neden başladık? Ruhumun paramparça olup sonra küllerinden doğması gerekiyordu belki de!? Affettim diyorum ama hala ona kızabiliyorum, bazen keşke hiç yaşanmasaydı diyorum, bu kadar acı çekmezdim. Ama bu kadar acı çekmesem, bugün bildiklerimi de öğrenemezdim. Beni öldürmeyen şey güçlendirdi. Artık geride bırakma vakti geldi.

3 Aralık 2019 Salı

Şu an bulunduğum noktadan, o zamanki Yasemin'e O'nun gözünden bakıyorum da.. O zamanlar onu anladığımı düşünürdüm, kısmen anlardım da, o yaşa gelmiş ve özgürlüğünü elde etmiş ve bunu yaşayan biri olarak, benim elde edemediğim şeyden dolaylı olarak onun da etkilenmesinin zor geleceğini baştan beri biliyordum. Ama o zaman anlayamadığım, anlamaktan kaçındığım bir şey vardı. Onun gözünden bana bakıyorum ve sevilmek için, sorun çıkmarmamak için, terk edilmemek, bırakılmamak için susan, hiç konuşmayan, aslında kendini çok rahat bir şekilde ifade edebileceği ve bunun karşılık bulacağı, karşı tarafın anlayacağı bir ilişkide olmasına rağmen, kendini ifade etmekte bile zorlanan bir Yasemin görüyorum. Çünkü korkuyordu. Yanlış bir şey söylemekten ve her şeyin bir anda yıkılmasından, sanki pamuk ipliğine bağlı gibi geliyordu her şey. Ne kadar da haklıydı hissettiklerinde. İnsanın hissettiği hiçbir şey aslında yanlış değildir. O da içten içe bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordu. Ufak bir hatada, ağzından çıkacak bir sözle bile her şeyin yıkılıp gidebileceğini biliyordu. Hissediyordu. Ve haklıydı. Öyle de oldu...
Çünkü temel sağlam değildi. Evet bir sevgi ve istek vardı ortada. Ama bunu sürdürmeye yetmezdi. Yasemin'in inanmak istemediği şey buydu. 

2 Aralık 2019 Pazartesi

Derin bir 'Ohhh' çekerek başlamak istiyorum bu yazıya. Ve geçtiği için içim şükran dolu her ne ise O'na. Bundan sadece birkaç gün öncesine kadar bipolar bozukluğun kendini unutturduğu yüzünün yankılarını yaşarken, acı içinde kıvranırken, birkaç gündür sonunda normale döndüğümü hissediyorum. O iç sıkıntıları, ağlama krizleri ve sanki içimde dışarı çıkmak isteyip de çıkamayan birşey varmış hissi geçti ve bu beni inanılmaz rahatlattı. (Göğsümün üstünde oturan fil kalktı.) Uzun zamandır o belirtileri yaşamadığım için unutulmaya yüz tutmuş, belki de bir daha yaşanmayacak gibi gelmişti. Ve bakıyorum da, bu hisleri bu kadar kısa süre için bile olsa yaşamak şu anda bana bu kadar zor gelirken, ben geçmişte bunun çooook daha şiddetli ve uzun versiyonlarını defalarca yaşadığımda nasıl atlattığıma şaşırıyorum. İnsan gerçekten muhteşem bir organizma, savunma mekanizmalarıyla, kendini iyileştirme gücü karşısında her gün biraz daha hayran oluyorum. Bipolar bozukluğun en iyi yanı manik dönemde gelen enerji ve yaratıcılık değil, manik veya depresif dönemlerin arasında yaşadığın 'Normallik'. Evet eskiden bu normal olma durumunu sevmezdim, kendimi sıradan, diğer insanlar gibi hissederdim çünkü, sürünün bir parçası gibi. Ama şimdi kendimi keşfettikçe görüyorum ki manik ya da depressif değilken, yani kafam yerindeyken, aklım daha başımda oluyor ve kendime daha faydalı olabiliyorum. Bunu keşfetmenin faydasını zamanla daha da iyi göreceğimi biliyorum.
Şu sıralar içine girmekten çok keyif aldığım bir yolculuk içindeyim. Okuduğum kitaplar, internette okuduklarım, takip ettiklerim, izlediğim videolar... Her karşıma çıkan, başka bir kapı açıyor. O kapıdan geçiyorum, o da bana başka bir kapı açıyor. Şimdi her geçtiğim kapıda artık heyecan duymaya başladım; "Acaba bu kapı nereye açılacak? Hangi dünyalara götürecek?" Oradan oraya, oradan oraya derken, şu an geldiğim yerden çok mutlu ve gideceğim yerler için de meraktayım.
Mesela hiç aklıma gelmezdi bu yolda karşıma şamanların çıkacağı. Ama geçen hafta şamanların kendilerini iyileştirme yöntemleri ile ilgili bir kitap okudum. Ben genelde hep bilime dayalı şeyler okurum ve mantığıma yatmayan şeylere de itibar etmem. İnsanın bir ruhu olduğuna da pek inanmam. Aslında bu konuları pek düşünmem, pek de umursamam açıkçası. Ama bu okuduklarım ilk defa "benim ruhuma dokundu" ve çok iyi geldi. Daha önce de farkettiğim üzere, düşünen herkes akıl yoluyla aynı noktaya varıyor, yani aslında herkes aynı şeyi söylüyor ama farklı farklı dayanaklarla. Kimi spiritüel yollarla, kimi bilimle, kimi felsefeyle açıklıyor. Matematikte bir problemi çözerken farklı farklı yollardan gidip aynı sonucu bulmak gibi birşey! Bu aralar okuduğum her şey, karşıma çıkan her video ya da internette karşılaştığım bir paylaşım bana aynı şeyi söylüyor; "insan sadece iyileşmek isterse iyileşir ve kişi ancak kendi kendini iyileştirebilir. Kendini sevmeyi öğrenmeden başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kuramazsın!" Bunlar daha önce de duyduğum kavramlardı ancak altı boş olduğu için belki de tam olarak anlamlandıramıyordum. Özellikle de kendini sevmeyen başkasını sevemez lafı... neden sevemesin ki? Diyordum. Aslında yaptığım tüm okumalar bu noktayı anlamlandırabilmek adına başladı; neden önce kendimi sevmeliyim ve kendimi nasıl sevebilirim? Önce Nietzsche-ecce homo 'insan nasıl kendisi olur?' Sonra Erich Fromm-sevme sanatı, sonra bu 7 tohum 'şamanın düşü' kitabı bile çıktı karşıma. Ve derken uzun bir okuma listesi oluştu:) keyif ve merakla okuyacağım.

7 tohum kitabından alıntılar;

-Duygularla ve kalple çalışmaya başladığımızda, spiritüel öğretilerde geçen "her şeyi ve herkesi koşulsuz sevmeye” varacağımızı zannederiz. Burada küçük bir fark vardır: “koşulsuz sevgi vereceğimiz bu kişi kendimizdir” diyerek açar kalbi... “Yetişkinlerin ikili ilişkisinde koşulsuz sevmeye yer yoktur, orası birlikte büyümenin yeridir” der. Ustalara göre, koşulsuz sevgi ebeveynden çocuğa akan veya kişinin kendinden kendine akandır. “Aksi, ölçüsüz vermeyi, aşırı beslemeyi velhasıl feda rollerini besler” der.

-Kendimizi sevmek, sadece bedenimizi sevmek değildir. Özümüzde yatan bilgeliği kabul etmek ve bunun farkında değilken attığımız yanlış adımlarımızı affetmektir. Hata yaptığımızı söylemeye cesaret etmek ve kendimizi cezalandırmayı bırakmaktır.
Kendimizi sevmek, her ne yaşıyorsak yaşayalım, bundan fazlası olduğumuzu tüm kalbimizle bilmektir. Her ne olursa olsun kim ve ne olduğumuz gerçekliğinde yaşamaktır.” Gerçeği kavramak budur. Her şeyde, herkeste ve dahi kendimizde parlayan yaşam özünü görebilmek, tüm yaşananların ötesindeki güzelliği farketmek. Bu gerçeği kavradıkça özsevgi ve özşefkati deneyimleyerek Bir’liğin çağrısına doğru yol alırız.
Buradaki sürpriz başlangıçta aramaya çıktığınız şeyle artık bulmak istediğiniz şeyin aynı olmayışıdır. Leyla için çıkılan yolculuk misali; acımız, yaramız, tatmin olmamışlığımız, doymamışlığımız bizi hevesle bir yolculuğa çıkarmış, ancak eş ararken, zenginlik ararken, başarı ve onay peşinde koşarken kendi hakikatimizin hazinesini bulmuşuzdur.

Ve bugün karşıma çıkan Cem Mumcu'dan bir cümle, aslında pek çok şeyi açıklıyor;
"Oysa yapabileceğimiz yegâne şey alamadığımız ilgiyi, saygıyı, duygularımıza dair anlayışı, korumayı ve koşulsuz sevgiyi kendimize gösterebilmemizdir. İnsan ancak kendi kendinin ebeveyni olabildiğinde yetişkin, özgür ve mutlu olabilir."

26 Kasım 2019 Salı

İlaç yüklenmesi ve geçiş dönemi birleşince altüst olan sistem, neyse ki yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Biraz biraz işimi yapabiliyorum en azından ve bol bol kitap okuyorum. 3 kitabı aynı anda okuyorum, çünkü hepsinin ayrı ayrı bana ne söyleyeceğini merak ediyorum. Kendi içime yaptığım yolculukta, yalnız değilim, kendimleyim ve kitaplarla...

Zamanla sen de bana hak vereceksin demişti. Okudukça onu daha iyi anlıyorum. Ve anladıkça ondan bir adım daha uzaklaşıyorum. Çünkü anladıkça umudum azalıyor. Anladıkça daha imkansız görünmeye başlıyor her şey...

23 Kasım 2019 Cumartesi

Sevmeyi Öğrenmek

Bu yazım sana, umarım okuyorsundur. İyi ki hayatıma girdin. Bana gönderdiğin o ilk şarkıdan beri hayatımda pek çok şeyi sorgulamamı, düşünmemi ve en sonunda harekete geçmemi sağladın. Sen dürtmeseydin belki o bataklıktan çıkmam çok daha uzun sürecekti. Gerçekten de senin bir var oluş amacın var, insanların hayatlarına küçük sihirli dokunuşlar yapmak.

Yüzünü dökme küçük kız
Yaşamın anlamını bul
Sonra dinle kendini
Yolunu bil
Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı da vardır.

Daha beni hiç tanımadan bu şarkıyı göndermen, sonrasında yaptığımız konuşmalar, hepsi, hepsi çok değerliydi, çok anlamlıydı. Seni bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar sevdim, nasıl böyle güvendim diye şaşırıyorum bazen kendime. Belki de beni olduğum gibi kabul edip, sevip, her koşulda desteklemen ve beni hep ilerlemem yönünde cesaretlendirmen ve daha bir sürü şey vardı sende sevdiğim. Bir keresinde balkonda sen her zamanki yerinde oturup sigaranı içerken ben de ayakta yanındaydım, saçlarını okşuyordum ve saçlarını çok sevdiğimi söylemiştim. Bu günlerde hep o sahne geliyor gözümün önüne. İkimize dışarıdan üçüncü bir gözden bakıyorum, ne kadar da mutluyuz. Ben sana dış görünüşünü değil ben SENi seviyorum diyorum, senin yüzünde yine o çocuksu utangaç ifade beliriyor ve ben sana sarılıyorum. Acaba o anda senin aklından ne geçiyor?

Bundan sonra ne olacak biliyor musun? Ben yapmam gerekenleri yapacağım ve beni görmek istediğin o noktaya geleceğim. Ve bunu kendim için yapacağım. Yola çıktım bir kere. Keşke bu yolculuğumda yanımda olabilseydin. Bunu gerçekten çok istemiştim. Çünkü yaşam sandığımız kadar uzun değil ve biz zaten yeterince geç karşılaştık. Ama olmamayı tercih ettin. Çünkü bu benim için yalnız yürünmesi gereken bir yol. Önce sevmeyi, sevmenin ne demek olduğunu ve nasıl sevileceğini öğrenmem gerek. Önce kendimi sevmem gerek. 

21 Kasım 2019 Perşembe

Bu blog iyice bir duygu-durum günlüğüne dönüşmeye başladı. Hastalık uzun zamandır nüksetmiyordu, tam ilaçları azaltmayı konuştuğumuz bir dönemde bu hale gelmem beni ayrı bir etkiledi. Bir iki gündür daha iyi gibiydim, hah dedim toparlıyorum, derken bugün başa sardık, gün boyu berbat hissettim, gece de yine o nefret ettiğim iç sıkıntısı ve ağlama krizi geldi. Bir duş aldım. Yapabileceğim başka birşey yok, geçmesini beklemekten başka. Ne elime bir kitap alabiliyorum, ne işime elim gidiyor, sadece nefes almak, yani sadece yaşamanın bile çok zor geldiği anlar oluyor. Bunların yaşadıklarımla bir ilgisi var mı bilmiyorum, elbette hala üzgünüm, özlüyorum, onu düşünmeden geçirdiğim bir gün bile yok. Ama bu atak belki o hayatımda olduğunda da yaşanacaktı. Belki de tetikledi, bilemiyorum. Sadece bir an önce geçmesini diliyorum. Bunun için yapmam gereken şeyleri de biliyorum ama her zaman yapamıyorum. Hayata dair, geleceğe dair umudum tükenmiş değil, sadece hastalık şu an elimi kolumu bağlıyor. Mücadele isteğimi elimden alıyor. Beni yine korkularla başbaşa bırakıyor. 
Rüyamda delirdiğimi gördüm. Babamla tartışıp, elimdeki herşeyi duvarlara ve pencerelere fırlatıp, tüm camları kırıyordum. Sonra çekip gidiyordum. Çırılçıplak, üstümde sadece bir kürk manto vardı, saçlarımı kazımıştım. Beş kuruşsuz, avare gibi dolanıyordum. Bir bara girdim, orda tanıdıklar vardı, kaçmam gerekiyordu, ona gitmek istedim (aslında sığınmak) ama çok uzaktı ve taksi param da yoktu. Yanımdaki gençler bana para verdiler. O sırada uyandım.
Uyandıktan sonra bir süre ağladım, etkisinden çıkamadım. Galiba en büyük korkularımdan biri, bir gün böylesine kontrolü kaybetmek. Bunu daha önce psikoloğumla da konuşmuştum. Bu rüyayı unutmamak için buraya yazıyorum. Çünkü rüyaların aslında bilinç dışının bir yansıması olduğunu biliyorum.

17 Kasım 2019 Pazar

Hissizleşiyorum günden güne. Yaşayan ama hissetmeyen bir bedene dönüştüm sanki. İlaçlar sanki beynimde bir yerleri bloke etti. Ruh gibi dolaşıyorum etrafta desem yeridir. Ama buna rağmen beynim hiç durmadan düşünmeye ve kafamın içinde bi ses hiç susmadan konuşmaya devam ediyor. Aslında konuşurken yazıyorum. Yani yazacaklarımı düşünüyorum gibi birşey. Bu, yaşamayan biri için anlaması zor ve belki de imkansız bi durum. Şu an hissettiğim tek şey hastalığın pençesinde kıvrandığım. Bir bataktan çıkmaya çalışırken başka bir batağa saplandım. Bahsettiğim iç sıkıntılarından kaynaklı ağlama krizleri de yavaştan kendini göstermeye başladı. Kriz dediysem, durduk yere, sebepsiz ağlama isteğini kastediyorum.
Düşünüyorum, düşünüyorum... bir yere varmayan, manasız düşünceler... ama kendime engel olamıyorum. Bu durumun içinden çıkmak istiyorum. Bu gerçekten tam bi işkence, yaşayan için. Sinirlerime hakim olamıyorum, en yakın arkadaşlarımla bile tartıştım. İyice yalnız hissetmeye başladım.
Aslında son zamanlarda kafa yorduğum bi konu vardı. Yalnızlık ve tek başınalık üzerine. Kendini seven insan kendisiyle vakit geçirmekten de hoşlanır. Ben kendimle vakit geçirmekten hoşlanıyorum. Düşüncelere dalmak da hoşuma gidiyor, bir yere varsa da varmasa da. Keyif alıyorum bu durumdan. Ama şu an hastalığın hassasiyetinden olsa gerek, yaslanacak bir omuza, o omuza ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Özellikle bu akşam. Başımın okşanmasına, şefkate... sevgiye... bir gece ansızın gitsem yine, elimde mor çiçeklerle, beni nasıl karşılar acaba?
Bu blog bir anlamda kendimle, bir anlamda da hala onunla bağ kurma biçimim haline geldi. Peki o bana kendini, duygularını açmazken, ben neden tüm duygularımı açıyorum, tüm çıplaklığımla karşısındayım?
Bu blogun ismini değiştirmeyi düşünüyorum, bir süre daha böyle kalacak sonra ben yazmaya devam edeceğim ama artık onun okumayacağını bilerek yazacağım.

16 Kasım 2019 Cumartesi

Bu aralar kafam kazan gibi. Toparlayamıyorum, binbir düşünce gelip geçiyor sürekli, durduramıyorum. Blogun başlığında bu yüzden fikir uçuşmalarım yazıyor ya zaten! Hastalığımda uzun zamandır dalgalanma olmuyordu. Olsa bile ilaçları değiştirmeye gerek kalmadan kontrol edebiliyordum. Hatta geçenlerde doktorumla, belki de ilaçları tamamen olmasa da büyük çoğunluğunu bırakabileceğimi konuşmuştuk. Ama  belki mevsim geçişinden, belki yaşadıklarımdan, belki hepsi etkiledi bilemiyorum, şu an bir geçiş dönemi yaşıyorum. İlaçlarımın dozu arttı ve yeni ilaç eklendi. Tabii kafamın bi dünya olmasında ilaçların payı da az değil. O geçiş dönemlerinde hissettiğim, iç sıkılmaları, hiçbir yere sığamamalar, ortamların basması, daralma hissi ... nasıl tarif etsem bilemiyorum.. buna eşlik eden sinir ve öfke patlamaları. Neyse ki çevremde beni ben olduğum için seven insanların varlığı bu konuda beni rahatlatıyor. Beni her koşulda seveceklerini biliyorum.
Duygu durumum böyleyken ben de kendimi işime verdim. En azından bana iyi gelen birşey var, üretmek. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Fonda çalan güzel hafif müzikler eşliğinde, ellerim nakış işlerken, beynim de hiç durmadan konuşuyor.. artık bir çözüm bulmak ya da neden aramak için değil. Başka şeyler düşünüyorum. Mesela geçmişi. Çerçevelerdeki eski fotoğraflara gözüm takılıyor. "Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak", geleceği düşünüyorum "Bundan sonra beni neler bekliyor? Hayat karşıma neler çıkaracak? " gibi şeyler.
Bir de bugün şöyle birşey oldu. Çakıl'ı okşarken bir anda ağzımdan "hoşuna mı gittii?" Diye bi cümle çıktı. Ve beni o ortamdan alıp geçmişteki bir hatıraya götürdü. Meğer ne zamandır hiç düşünmemişim bunu diye şaşırdım kendime. Gülen yüzlerimiz ne de çabuk soldu...

15 Kasım 2019 Cuma

Saat 04:30. Bu gece çok uzun bi gece oldu. Bir yandan müzik eşliğinde kendimi işe kaptırmışken, beynim de düşüncelerle doldu taştı. Kimisi ağır geldi, bıraktım, kimisi zordu ama yine de güzeldi. Şairin dediği gibi, seni düşünmek güzel şey... Bir de şu vardı, sen aklım ve kalbim arasında kalan en güzel çaresizliğimsin. Bazen zor gelip, acı verse bile, o acı bile insanın hoşuna gidebiliyor. İnsan sevdiğini düşünürken hep güzel anları hayal ediyor. Kafanın içinde, onunla sarılıp hasret gideriyorsun sanki. Senin de hiç başına geldi mi? Dalıp gittiğin oluyor mu? Etrafında olan bitenlere kayıtsız kaldığın, dikkatini veremediğin?

Bu gece kaybettiklerimi ve özlediklerimi düşündüm. Bugün nedense ayrı bir özledim her birini. İçimde yoğun bi özlem duygusu birikti. Böyle şeylere pek inanmam ama son zamanlarda aklımdan geçen herşey başıma geliyo, bu ciddi anlamda çok sık olmaya başlayınca ben de kendimle ve işle ilgili iyi şeyler düşünmeye ve dilemeye başladım. Peki ya bu özlem duygusu, bakalım hayra alamet çıkacak mı? 

1 Kasım 2019 Cuma

Sanki ben orada değil gibiydim, sadece bedenim orada ama ruhum başka bir yerde, onunla vedalaşıyordu. Sanki karşımda konuşan o değil gibiydi. Ya da karşımda sanki bi boşluk vardı. Elimi uzatsam bile dokunamayacaktım. Öyle bir duvar örmüştü ki, sanki yok olmuştu. Biri konuşuyordu ama kim? eskiden ona baktığımda gördüğüm, tüm varlığımla hissettiğim şey değildi baktığım. Başka bir şeye dönüşmüştü. Bu gözler artık farklı bakıyordu.

İki insan ne kadar yakınlaşabilirse o kadar yakınlaştığım biriyle şimdi bir parkta, bir bankta, iki yabancı gibi oturuyor olmak canımı çok acıtıyordu. Bir yandan da içimde onunla vedalaşıyor olduğum için oldukça kötü hissediyordum kendimi. O ise benim o anki ruh halimi, verdiği kararı doğrular nitelikte bulmuştu.

Aramızdaki bağ kopmuştu artık, bir şeyler değişmişti. Geçilemez bir engel koymuştu önüme ve artık ben onu göremiyor, hissedemiyordum.

Eşyaların hiç bir değeri yoktu, onun evinde kalmış olmaları dışında. Bu sadece hala bir bağlantı olması anlamını taşıyordu ve ben o bağlantıya tutunup yeniden hayal kırıklığına uğramak istemiyordum. Bu yüzden kalmamalıydı orada, bu yüzden belki de son kez görüştüğümüzü düşünüyordum, bu yüzden de kötü hissediyordum.

O bikaç gün, içimde onunla vedaştığım günlerdi, gerçekten zordu, zaman geçmek bilmedi ve evet ben başka hiçbir şey yapamadım. O gece kendime dedim ki, uyuyacaksın ve uyandığında yeni bir gün olacak. Gerçekten de öyle olmuştu, ertesi gün uyandığımda yeni bir gündü, artık o yoktu, ben vardım.

Bazen hayata ara vermek istiyor insan, zamanı durdurmak. Sen duruyorsun ama zaman durmuyor, hayat akıp gidiyor. Çamaşırlar, ütüler birikiyor, ev kirleniyor, sorumlulukların kendini hatırlatıyor. Bir şekilde devam etmen gerekiyor istesen de istemesen de. Hep uyumak istiyorsun ama kaçmak istediğin her şeyle yüzleşmen gerekiyor bir noktada. Ve hareket etmeye başladığında aslında o kadar da zor olmadığını görüyorsun.

Bu sefer de başka sorular kafanı kurcalamaya başlıyor. Kendinle başbaşa kaldığında... Neden bundan hoşlanmadığını anlamaya başlıyorsun. Bu senin için büyük bir aydınlanma. Bir yolculuğa çıktığını hissediyorsun. Daha önceden aşina olduğun ama manasını belki tam olarak kavrayamadığın kavramlara bir yolculuk. Daha iyi anladığını fark ediyorsun. Demek bu yüzden yalnız yürünmesi gereken bir yolmuş.

Ve farketmeye başladığın o andan itibaren bu yolculuğun içinde olmak hoşuna gitmeye başlıyor, yalnızlık ve tek başınalık üzerine yapılan bir konuşma geliyor aklına, gülümsüyorsun.

Kendinle yaptığın bir önceki konuşmada farkında olmadan, anlaman gereken bir şeyi anladığını keşfediyorsun. Bu gelişme çok hoşuna gidiyor, doğru yolda olduğunu hissettiriyor.

Bu yolculuğun seni nereye götüreceğini bilmiyorsun ama merak ediyorsun. Belki de tutunman gereken duygu bu merak duygusudur? Belki de varacağın yer değil, yolda olmaktır önemli olan, yolda göreceklerin, yaşayacakların, keşfedeceklerin ve bunların sana katacağı hissettireceği şeyler... sana önceden anlamsız görünen yaşam belki de budur. Belki de bu yüzden her anı kıymetlidir varacağı yerden çok...

15 Ekim 2019 Salı

İşte şimdi gerçekten kendimle başbaşa kaldım. Merhaba Yasemin. Nasılsın? Seni uzun zamandır buralarda görmüyorduk, nerelere kaçıp, saklanmış? Nereye sığınmıştın? Güvenli miydi bari sığındığın liman?
-Evet güvenliydi, ama yine de beni yarı yolda bıraktı. Olsun yine de bana çok şey kattı.
-Sevindim. Şimdi nasılsın peki?
-Yeniden seninle baş başa kaldık, bu his hoşuma gitmedi. Hiç özlememişim seni. Biliyor musun, sen bana kendimi kötü hissettiriyorsun. Sürekli bana geçmişi hatırlatıp, beni hiç hatırlamak istemediğim anlara götürüp duruyorsun. Artık yapma bunu, barışalım seninle, olur mu?
-Tamam, bunu deniyordum zaten bir süredir biliyorsun ama daha çok dikkat edicem, söz. Artık eskisi gibi her gün uyandığında geçmişe uyanmıyorsun değil mi? Her gün yeni bir gün.
-Evet. Buna çok seviniyorum. Her gün geçmişe uyanmak kabus gibi bir şeydi, korkunç bir şey!!!
-Güzel. Gelişme var demek ki! Tebrik ederim. Ama benimle başbaşa kalmanın sana kötü hissettirmesine üzüldüm. Barışmak istemeneyse sevindim. Bundan sonra farklı bi hayatımız olacak farkındasın değil mi?
-Evet en çok da buna seviniyorum zaten. Başka güzel şeyler de yok değil tabii;) ne kadar üzülsem de yaşadıklarım beni güçlendirdi. Bunun için minnettarım.
-Anladığım kadarıyla senin için özel biri, değerli biri. Öyle mi?
-Evet öyle. Herkes hata yapar, o da yaptı. Ama onu affediyorum. Bunu hem kendim, hem onun için yapıyorum. Yolumuza devam edebilmemiz için bu gerekli çünkü. O iyi bi insan ve iyi olmayı hak ediyor. Her ne kadar ona kızgın olsam da onu bugünkü gördüğüm haliyle görmek beni üzdü, onu böyle görmeyi istemezmişim demek ki. Umarım kendini toparlar ve yola devam eder ve yolda karşısına hep güzellikler çıkar demekten başka ne diyebilirim ki...
-Peki ya sen?
-Ben hayatımda ilk defa kendim için gerçek bir şey yapıyormuş gibi hissediyorum. Hayatımda ilk kez böylesi bir yola çıkıyorum, tek başıma. Korkmuyor değilim, elbette korkuyorum ama korktuğum için durmuyorum. Devam ediyorum. Her gün bir şey yapmaya çalışıyorum.  Biliyor musun bu bile benim için küçük gibi görünen ne kadar büyük bir adım?!?! Bu bile bana kendimi iyi hissettiriyor. Diğer konuya gelince, üzülmedim mi? Elbette üzüldüm, artık hayatımda olmayacağı için, yanımda olmasını istediğim, sevdiğim, mutlu olduğum insanın hayatımdan çıkmak istemesi beni elbette sarstı. Ama bir önceki yazıda anlattığım aşamalardan geçerek şu an bulunduğum noktaya geldim. Zaman... zaman öyle bir şey ki Yasemin, sadece zaman bile, bir şeylerin acısını hafifletmeye yetiyor. Bazen kabullenmekten başka çaren olmuyor...Herkes iyi olsun ya, herkes mutlu olsun. Mutlu olmayı hak eden herkes...
-Sen de mutlu ol, iyi ol Yasemin. Sen de bunu hak ediyorsun. Sen değerlisin, başkalarının sana değer vermesine ihtiyacın olmaksızın, sen değerlisin. Ne ailenin ve başka birinin onayına ihtiyacın yok senin.
-Biliyorum. Sadece zaman zaman içimdeki o acımasızca eleştiren sesi bastırmakta zorlanıyorum. Ama içten içe biliyorum hiçbir zaman doğruyu söylemediğini.
-Evet. O ses herkesin içinde var ama sen her şeyin farkındasın.
-Evet, farkında olmak her zaman çözmeye yetmese de, uğraşmak da çabalamak da bir şey.
-Tabii ki.


Bu da kendimle konuşmalarımdan bir kesit, kalsın burada ihtiyacım oldukça okumak iyi gelir belki. Yasemin'den Yasemin'e sevgilerle...








14 Ekim 2019 Pazartesi

Ayrıldığımızın ertesi günü şiddetli bir boğaz ağrısıyla uyandım. Geçer dedim. Çünkü bilirim çocukluğumdan beri ne zaman çok üzülsem ve ağlasam ertesi gün hasta olurum. Ama geçmedi... Doktor, antibiyotik... Geçer gibi oldu... Nüksetti... Ayrıldığımızdan beri tam şuramda bir ağrı var, yutkunurken acıyor. Bir süre sonra bunun, konuşamadıklarımdan ve ağır gelip yutamadıklarımdan (ya da bilinçli olarak yutmadıklarımdan) kaynaklı olduğunu düşünmeye başladım. Bu boğaz ağrısından kurtulmanın tek yolu vardı, konuşmak. Çünkü ne yazmakla ne başka üçüncü kişilere anlatmakla geçmiyordu. Bunları direkt olarak muhatabıyla konuşmam gerekiyordu... Yani seninle.

Bu seni görmek, bir araya gelmek veya bir şeyleri çözebiliriz, yeniden başlayabiliriz,  demek için bir bahane değil. Sadece benim kendimi daha iyi hissetmem ve tamamen kendime odaklanabilmem için, kendim için yapmam gereken bir şey.

Benim için ilişkimizde her şey yolunda gidiyordu, seninle mutluydum, her geçen gün bağımız güçleniyordu ve bu beni daha da mutlu ediyordu. Belki de seni korkutuyordu? Tek sorun her şeye vakit ayırmakta ve sürekli her şeyi, her detayıyla düşünüp ayarlamak zorunda olmaktan dolayı kafam çok doluydu ama bu sorumluluğu baştan almıştım ve sana yansıtmadan çözmeye çalışıyordum, bir sürü de çözüm yolu üretmiştim. Her ilişkinin başında çiftlerin birbiriyle daha uzun vakitler geçirmek istemesi normaldir, biraz zamanla her şey rayına oturur. Biz ikimiz de olgun insanlarız. Gerek iş hayatında gerek kişisel alanında kendine ayırmak isteyeceğin vakitlere her zaman saygı duydum. Görüşmek istediğim zaman hep sordum sana. İşin normal sıradan bir iş değil, bunun farkındayım. Konsantre olman gerekiyor. Bir kaç hatam oldu bunun da farkındayım ama onlardan sonra çok daha hassas davrandım. Bazı şeyler benim için yeniydi alışmam zaman almış olabilir, ben de mükemmel değilim.

Başından beri yanlış olduğunu bilmeme rağmen bazen içime kapanıp yalnız hissetmene sebep olduğum için özür dilerim. Bunu yapmaktan nefret ediyorum, ama ben hep böyleydim- bu bir bahane değil elbette ve bu benim değiştirmeye çalıştığım, çözmeye çalıştığım bi durum ve inan deniyordum. Bunu senin yanında çok daha rahat aşmaya başladığımı da fark etmiştim son zamanlarda, bu konuda daha rahat hissediyordum. Umarım bunu sen de fark etmişsindir. Tabii bunda senin de payın var, teşekkür ederim.

O gece uzun uzun konuştuktan sonra gitmek istiyorum, yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacım var dediğinde bunların olacağını hissetmiştim. Sana başından beri anlatmaya çalıştığım bir şey var. Ben senin sulamadığında solacak bir çiçek değilim. Ben yaşarsam yaşarım, solarsam solarım bu tamamen benim içimdeki yaşama arzusu ve mücadele isteğiyle ilgili bir durum. Sen ne yaparsan yap bunu değiştiremezsin, ne olumlu ne olumsuz anlamda. Sen benim hayatıma girdiğinde ben zaten yaklaşık 3 yıldır bunu çözmeye çalışıyordum, hala da çözmeye çalışıyorum. Hatta ben köydeyken bana gönderdiğin yazıda, nasıl denk geldi demiştim. Aslında denk gelmemişti sen bilerek göndermiştin. Neyse, benim bunu çözmeye çalıştığım bir dönemde hayatıma girdin. Ben sana bunları çözmeden hayatıma birini almayı düşünmediğimi söyledim, sen de bana yolda olmanın da tadını çıkar dedin. Ve biz konuşmaya görüşmeye devam ettik. Sonra sen ayrılmak istediğini söyledin, ben çözümler ürettim. Sonra yine aynı şey tekrarlandı. Bu ilişkinin başından beri çözmek yerine ayrılmak istemenin gerçek nedeni ne? Çünkü sen bana bunu söylemediğin sürece ben kendi kafamın içinde sebepler üretmeye devam edicem ve beni lütfen bundan kurtar.

Her insanın içinde onu acımasızca yargılayan bi iç ses vardır ya. Sen ayrılmak istedin ve bunu bana telefonda söyledikten sonra o acımasız yargılayıcı iç sesin bana neler söyleyebileceğini hiç düşündün mü?
   - 'Sen o kadar değersiz birisin ki, bunları yüz yüze konuşmak için sana vakit bile ayırmadı. Zaten seni kim sevsin ki? Sen sevilmeye değer biri değilsin. Sen saygı duyulmaya değer biri değilsin. Kimse sana değerli vaktini ayırmaz. Seninle mi uğraşacaktı bir de? Zamanla ona iyice yapışacağını ve senden kurtulamayacağını düşündü, seni başından savdı işte! Kurtuldu senden. Her şey bu kadar basit!'

O iç ses bana kendimi o kadar değersiz hissettirdi ki başta. Kendimi sokağa terk edilmiş evcil bir köpek gibi hissettim. Ne yapacağımı bilemedim, sanki ben uzayda başka bir yerde yaşıyordum da biri  beni ensemden tutup dünyaya indirip gitti, hiç tanımadığım bir yerde yapayalnız nasıl hayatta kalırım diye çok korktum önce.

Terk edilmenin farklı aşamaları var, en başta kabullenemiyor insan. 'Nasıl beni terk eder?' Sanırım burda ego devrede ve elinden oyuncağı alınmış kızgın bir çocuk gibi oluyorsun. Sonra zamanla o iç ses seni acımasızca eleştirmeye başlıyor. Sen zaten şöylesin, böylesin, seni bu halinle kim sevsin, bak seni şu anki bulunduğun halinle hayatına dahil edemedi işte! Öyle acınacak durumdasın. En çok da bu canımı acıttı biliyor musun? Beni şu an bulunduğum halimle hayatına dahil edememiş olman. Buna inanamadım! Birisi beni bu halimle kabullenemiyor, durum o kadar kötü mü!? Ben kendimi nasıl bu hale soktum vs. Kendime çok kızdım!!! Sonra düşündüm. Beni bu halimle kabul edemeyen sendin, yani bu senin kararın. Yaşadığım hayat ise benim seçimim. Evet şu an bu durumdayım, belki ilerde farklı olurum ama yapabileceğim bir şey yok, şu an durum bu ve ben ne yapmak istiyorsam onu yapıyorum. Şu an bana iyi gelen şeyi yapıyorum ve kendimle ilgili çözmem gerekenlere odaklanmaya çalışıyorum.

Ama sorun şu ki kafamın içinde sürekli seninle konuşan bir ben var, ondan kurtulamıyorum. Çünkü inanmıyor söylediğin şeye. Ona bahane gibi görünüyor. Çünkü gerçekten seven insan, sevdiğiyle birlikte olabilme ihtimalini şansa bırakmaz diyor. Bırakmamalı diyor. Gerçekten sana o kadar değer verseydi, sevseydi bunu çözmeye çalışırdı diyor. Bir türlü onu ikna edemiyorum. Çünkü onu ikna edebilecek tek kişi sensin. Senin ağzından çıkacak gerçeği yansıtan bir cümle. Sen gerçeği söylemediğin sürece ben kafamda kurup durmaya devam edicem. Karşımda sen olmadığın için sürekli kendi kendime sorular sorup cevaplar veriyorum. Aklıma öyle şeyler geldi ki; belki sana çok saçma, delice bile gelebilir. Ama buna sen sebep oldun. Çünkü böyle ayrılık olmaz. Birlikte onca şey yaşandıktan sonra, yüz yüze konuşmaya bile gerek duymadan yarım saatlik bir telefon görüşmesiyle bitmemeli her şey. Ben bunu hak etmedim.

Seni bu ilişkide ne bu kadar korkuttu? Terk edilmekten korkan insanlar karşısındakine fazla yapışırmış, bi kitapta okumuştum. Bu da tabii tam tersi etki yaparak onu kendinden uzaklaştırırmış. Ben bunu yapmadım ama sana öyle mi hissettirdim acaba? Sana yapışacağımı mı düşündün? Daha fazla zaman geçtikte benden kurtulmanın zorlaşacağını? Sana tutunacağımı, sen olmadığında düşeceğimi? Benim için bi geçiş dönemiydi, kafam karışıktı işle ilgili, bu dönem geçecekti zamanla her şey yoluna girecekti (şu an olduğu gibi), ama senle ilgili hep nettim. Belki de aynı travmaları yeniden yaşamak istemedin ve bunu da bana söylemenin güzel bir yolunu bulamadın. Yani sebep senin hastalığın demenin beni üzeceğini düşündün bu yüzden de başka çözüm yolu buldun, tamamen benle alakalı dedin. Çünkü söylediğin her şeye ben bir çözüm üretiyordum ama sana zarar verdiğini söylediğin bir ilişkiye devam edelim demeyeceğimi biliyordun. Sebep ne olursa olsun bana söyle. Seni sevmiyorum de, artık bu ilişki beni tatmin etmiyor de, senin hastalığından dolayı ben yine ilerde aynı şeyleri yaşamak istemiyorum de ya da gerçek sebep neyse onu söyle. Evet belki üzülürüm, ama geçer...

Beni hayatında o doğana benzetmen hiç hoşuma gitmedi biliyor musun? Yemek getirmediğinde gidip kendi yemek aramayan, günün birinde uçup gidecek olan, senin sadece hayatının bir döneminde ona yardım ettiğin ve sana da iyi gelen, zamanla sahiplenme duygusuna kapıldığın ve bu duygudan hoşlanmayıp, bu ilişkinin ona da zarar vereceğini düşünüp salıverdiğin. Ben senin yardım etmen gereken biri değildim, ben sadece senin sevgilindim. Belki beni sadece bu gözle görseydin bunların hiç biri yaşanmayacaktı.

Günün birinde uçup gitme konusuna gelince, bunu daha önce konuşmuştuk, hatta ben sana sormuştum tekrar devam etmeye karar verdiğimizde, ya yine aynısını yaparsan demiştim, sen de bilemem demiştin. Ben olsun yine de varım dedim ve bak sen benden önce uçtun. Belki de ben uçmayacaktım, hep yanında kalacaktım. Acaba bundan mı korktun?... Belki de uçacaktım ama bunu bilemeyiz değil mi? Gelecekte neler yaşanacağını bilemeyiz. O hikayede sen doğana yardım edip, onu iyileştirip salıyordun, yani o ilişkide doğan tek taraflı bir fayda sağlıyordu. Sen hayal kurmayı bıraktığını söylemiştin, ben de hayal kurmayı bir noktada bırakmıştım. Yani o gece senin ilişkideki rolünü konuştuğumuzda sen sadece benimle geçirdiğin her anın tadını çıkardığını söylemiştin ya, bundan başka yapabileceğin birşey yoktu... Gelecekle ilgili hayal kurmayan ya da bir beklentisi olmayan biri zaten başka ne yapabilir? Ve bu durumdan neden şikayetçi olur? (Benim bencil hissetmem konusunu daha sonra tekrar sorguladığın için bunu söylüyorum). Benim evlilikle ilgili öyle büyük hayallerim olmadı hiç. Evlenme meraklısı bi insan olsam şimdiye kadar çoktan evlenmiş olurdum inan, karşıma birçok fırsat çıktı. Benim hayatımın amacı evlenmek değil. Ha ben kesinlikle evlenmem, evliliğe çok karşıyım da demiyorum. Şartlar onu gerektirirse evlenirim de sevdiğim insanla, bu da beni mutlu eder, sevgilimle hayatı paylaşmak da aynı derecede mutlu eder. O gün konuştuğumuz bir cümle hiç aklımdan çıkmıyor.  Eğer ben bir gün evleneceksem ve o insan da sen olamayacağına göre demiştim, sen de o zaman zamanını iyi kullan demiştin. Yani senin kafandaki senaryoya göre bir gün ben eninde sonunda gidicem, o zaman en iyisi daha fazla bağlanmadan bitirmek. Anlattığın hikayenin sonunda uçup giden bi kuş vardı. Ve bunu bile bile kanatları çıkana kadar ona eşlik edecek ve onunla geçireceği her anın tadını çıkarmaktan başka elinden birşey gelmeyen bir sen vardın. Yani tek taraflı çıkar sağlayan bir ben. Mağdur olacak olan sen. O yüzden o hikayenin içinde kendimi bencil hissetmiştim. Benim sana kattığım, sana iyi gelen hiç bir şey yok muydu?

Oysa ki böyle bir hikaye yok ortada. Dediğim gibi sen beni sadece sevgilin ve hayatı paylaştığın, hayat arkadaşı, yol arkadaşı ne dersin bilmiyorum öyle görebilseydin, gerektiğinde senin de ihtiyaçların olduğunda benden beklentiye girseydin, beni yaralı, senin yardımına muhtaç bi kuş olarak görmeseydin daha sağlıklı bi ilişkimiz olabilirdi. Yol bizi nereye götürürdü bilemiyorum ama normal bi ilişki sürdürebilirdik diye düşünüyorum. Dedin ya yol bizi belki yeniden bir araya getirir diye, ve daha önceki ayrıldığımızda da bunu umut ettiğini söylemiştin. Sen benim zor zamanımda değil, herşey yoluna girdikten ve senin gözünde belli bir çıtayı aştıktan, bir aşamaya eriştikten sonra, belki buna aşama değil de gerçekten özgür olduktan sonra diyelim, yanımda olmak istiyorsun. Ama bu benim hayatı paylaşmak tanımıma uymuyor. Ben olmadan biz olmaya çalışmıyorum, çalışmadım da farkındaysan. Ben kendim olmaya çalıştığım sırada karşıma sen çıktın, seninleyken de ben yine ben olmaya devam ettim, hala ben olmaya çalışıyorum ama sen bu süreçte yanımda olmamayı tercih ediyorsun. Benim de buna saygı duymaktan başka elimden bir şey gelmiyor.

İçimdeki o acımasızca eleştiren sesi susturmayı başardım. Tabii ki baştan beri söylediklerinin tek kelimesine bile inanmamıştım. Onun söylediklerinin gerçekleri yansıtmadığını biliyordum. Ama başta kendimi kötü hissetmeme yetmişti. Şimdiyse benim sesim onu bastırıyor. Ben değerliyim, tüm bunlar onun tercihiydi. Ve o sokağın ortasında etrafına ürkek gözlerle bakan köpek de yok artık. Çünkü tek başına da hayatta kalabileceğini biliyor. Korksa da denemekten vazgeçmiyor.








29 Eylül 2019 Pazar

Bir sigara kadar bile...

Birinin beni şu an olduğum halimle hayatına dahil edemiyor oluşu beni deli ediyor. Bir an önce kendimi içine soktuğum bu bataklıktan çıkarıp, yükselme isteği uyandırıyor bu bende. Terkedilişi kabullenmenin farklı aşamaları var. Her gün ayrı bir duygu ve düşünceye kapılıp bunlarla baş etmeye çalışıyorum. Bazen çıldıracak gibi oluyorum. "Beni nasıl terkeder?" dercesine kaptırıyorum bazen kendimi. Binlerce soru soruyorum kafamın içinde ona... Suçlamalar, öfke patlamaları... ama hep kendi içimde... ona hiçbir şey söylemiyorum. Çünkü bu düşüncelerin içimde olgunlaşmasını bekliyorum. Acaba gerçekten ona söylediğim herşeyi kendim inanarak mı söyledim, içselleştirerek? Bunun cevabını ancak o hayatımda olmadığında alabileceğim. Bu benim için tek başına yürünmesi gereken bir yol derken sanırım bunu kastediyordu. Şu anda sokağa bırakılmış evcil bir köpek gibi hissediyorum kendimi. Tek başıma hayatta kalabilecek miyim? O ettiğim büyük büyük lafların altında ezilecek miyim yoksa? Neler neler geçiyor kafamdan. O varken ayrı bir korku vardı içimde, şimdi ayrı... ne zaman kurtulacağım bu korkularımdan? Her şey bi yana, ikimiz için bu kadar zaman var mı? Kaldı mı? Birlikte geçirebileceğimiz her andan çalıyoruz şu an. Buna değer mi? Daha doğrusu ne için buna değer? Sanırım bu noktaya henüz erişemediğim için burası bana hala anlamsız, saçma geliyor... insanlar kendine zarar verdiğini bile bile , sırf sevdiği için sigarayı içmeye devam ediyor, ama kendine zarar verdiğini düşündüğü bir ilişkiyi, karşısındakini sevse bile bırakabiliyor...

23 Ağustos 2019 Cuma

kendine şefkat gösteremeyen bir ben, başkasını sevemezmiş.. yol zorlu, yalnız olmaktan korkmuyorum, yanımda birini istediğim de yoktu... ama bi şekilde yaşanmışlıklar ve geride bıraktığı duygular kaldı geriye...inkar etmiyorum üzüldüğümü, kaçmıyorum acı çekmekten.... ama iyi yanlarını da görmeye çalışıyorum.. herşeyin bi sebebi varsa, onun da hayatıma bu zamanda girmesinin bi sebebi vardı..

hala kendimi tam olarak anlatamadığımı düşünüyorum, evet birine yaslanmak düşmenin en güvenli yoludur ama ben bu ilişkiye başlarken bunu düşünerek başlamadım.. ben olmadan biz olmaya çalışmak da değildi amacım. Evet anı da yaşamaktı ama aynı zamanda geleceğin de farkında olmak.. bilinçli bir birliktelik olarak anlatsam anlaşılır mıydım acaba? Hoş artık kendimi anlatmanın da bir faydası yok ama belki yanlış zamanlarda yanlış kişilere yansıtarak kendini ortaya çıkaran öfkem belki azalır anlaşıldığımı hissedersem.

Bunun bize mutluluk getirmeyeceğini söyleyen ve bunu dayandırdırdığı fikirleri de mantıklı olan biri var karşımda. Ama beni dinlemiyor. Ben ne zaman kendimi anlatmaya çalışsam yine o konuşuyor ve yine aynı şeyleri söylüyor. Düşündüm de ben ona hiç anlatmadım kendimi. O bana çok anlattı kendini ama ben ona anlatmadım. Mesela benim hangi hastalıktan dolayı son birkaç ayımı evde geçirmek zorunda kaldığımı bile bilmiyor. Ya da dans etmek istediğimi... neden son yıllarda çalışmak istemediğimi tam anlamıyla bilmiyor. Neden kendimi bu hayata hapsettiğimi, neden katlandığımı.. bile bile bazı şeyleri neden yapmadığımı, neden korktuğumu, neden ölmek istediğimi... bilmediği daha o kadar çok şey var ki merak etmediği... kendini olduğu kadar beni de düşündüğünü söylese de bu kararı alırken, aslında ilk günden beri sanki biraz bencil davranmadı mı? Ben mi görmek istemedim? Bunu gerçekten birini suçlama isteğiyle söylemiyorum. Sadece sesli düşünüyorum. Baştan beri beni ben olduğum için seven biri mi vardı karşımda, şu an olduğum halimle? Yoksa olmayı istediğim Yasemin'i mi sevmişti? Çünkü o geçmişteki Yasemin'le hiç ilgilenmedi, bugün olan Yasemin'e ise katlanamadı. Ama gelecekteki Yasemin'i sevdi ve onunla birlikte olmak istedi. Bense onu geçmişi, bugünü ve geleceğiyle kabul ettim ve sevdim. Sanırım beni kıran da bu oldu. O bir hayali sevdi bense gerçeği. Bugün yanımda olup gelecekteki Yasemin'i haketmeyi seçmedi. Bu bir proje değil, asla böyle düşünmedim, beni sulamazsa ilgilenmezse solacak bir çiçek gibi görmesini hiç istemedim. Hatta belki hayatımda ilk defa bir erkekten açık yüreklilikle bunu beklemedim. Evet eskiden farklı düşünüyordum; hayat paylaşınca daha kolay ve yanında biri olunca yolda yürümek daha güvenli diye. Ama artık öyle düşünmemeye başladıktan sonra çıktı o karşıma. Ve ona tutunmayı hiç düşünmedim. Çünkü ona tutunursam düşeceğimi biliyordum. Sadece yanımda olsun istedim, onunla bu sevgiyi paylaşmaya, bu duyguyu yaşamaya devam etmek istedim çünkü bize iyi geleceğini düşündüm. Bu öylesine hiçbir şey düşünmeden pervasızca anı yaşamak değildi, olmayacaktı. İkimiz de o farkındalık seviyesindeyiz çünkü.. Ama o tam tersini düşündü, iyi gelmeyeceğini, her gün daha çok zarar vereceğini, acı vereceğini... Kendince haklı sebepleri de vardı... ne diyelim. Yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımızla bu hikaye de burda bitti. Kabullenmek zor olsa da, acı verse, üzse de... iyi yanlarına bak cümlesi bile acı verse de... gerçekten bittiğini anlamak bugün ayrı bir acıtsa da... bitti.


19 Ağustos 2019 Pazartesi

Aşk bitti...Aşk hiç biter mi?

O gitti...Söyledikleri, duyabildiğim kadarıyla kaldı kulağımda. Tenimde kalan son koku tanecikleri de az önce duşun altında uzaklaştı bedenimden, akıp gitti, doğaya karıştı... tıpkı gözlerimden akan yaşla birlikte, içimden akıp giden şey gibi... sadece aklım ve bedenimle başbaşa kaldım yine, ne yapacağımı bilmiyorum, yıllar sonra ilk defa bir şeyler karalıyorum... şu an ne yaptığımın da pek farkında değilim esasen...

Göz yaşları, kalp ağrıları... neden? Yaşanabilecek onca şey varken, vazgeçmek niye? Bu kadar severken... ben ona baktığımda görmek istediğim şeyi değil onun bana göstermek istediği şeyi gördüm, açtığı kadarıyla kalbini, içini gördüm ve O'nu sevdim, olduğu gibi, olduğu haliyle... Onun bana bakışını sevdim, dokunuşunu...

Başta sordum kendime; bizim birine mi ihtiyacımız vardı yoksa birbirimize mi? Sadece ihtiyaç mıydı bu? Zamanla öyle olmadığını, onu o olduğu için sevdiğimi, onun da beni aynı şekilde sevdiğini anladım. Ne kadar güzel bi hikaye anlatıyorum değil mi okuyanlara... herkesin karşısına çıkmaz böyle biri... iki insanın bu şekilde karşılaşması büyük şanstır aslında, kıymetini bilmek gerekir. Hayat malesef iyi şeyleri önümüze altın tepside sunmuyor, her güzel şey için bin türlü zorlukla karşılaşıyoruz... hiç bi zaman kolay olmamıştı ama hiç de bu kadar zor olmamıştı... belki imkansızı zorlamak olacaktı hatta.. onu bu gerçeği gördüğü ve kafasından atamadığı için suçlayamam.. ama suçluyorum işte, elimde değil, çünkü ben yine aynı aptallığı yapıp herşeyi göze almıştım istediğim şeyi sonuna kadar yaşayabilmek için...

Bugün aşk bitti diye bir şarkıyı söylüyordum, bir gün bu şarkıyı onunla birlikte sahnede söylemeyi hayal ederek... :)ne kadar aptalım...
Aşk hiç biter mi diye sormuştu bana, bitmez diyememiştim, bitmez ama biz bitmiş gibi yaparız... gururumuz, kırgınlıklarımız bizi eline geçirir... aşk hiç bitmez, içimde daha önce yaşadığım her şeyden taşıdığım birer parça olduğu gibi, ondan da bana bir parça kalacak, bazen bir söğüte baktığımda, bazen bir dere kenarında, bazen bir kokuda, bazen bir şarkıda hatırlatacak kendini... ama bu duyguyla da yaşamayı öğreneceğim.... hiç söylemek istemesem de hoşçakal sevgili, bu bize hiç yakışmadı, bunu bil...

17 Şubat 2017 Cuma

CEM ADRİAN'a MEKTUP...

Sene 2006...

Terkettiğim şehrimde, bir öğrenci yurdu kantininde, gecenin bir yarısı uykusu kaçmış birkaç dertli veya dertsiz kızla birlikte çekirdekler çitlenip televizyon izlenirken, yeni yeni keşfedilmekte olan bir yetenek çıkar ekranda ve şarkısını söylemeye başlar.. Aşk bu gece şehri terk etti..
İşte o geceden bu geceye kadar hayatımın pek çok gecesine eşlik etti Cem Adrian. Genelde yalnız ve depresif gecelerime diyebiliriz. Bazense birlikte ama yalnız olduğum zamanlarıma..
Kimi zaman albümün çıkışını heyecanla beklediğim, kimi zamansa aylar sonra haberimin olduğu bir sürü albüm.. Her albüm onun için olduğu gibi benim için de bir dönemi yansıtıyor. O dönemi o şarkılarla hatırlıyorum...

İlk albüm, hazırlık sınıfı günlerim:) Hayatımın en pervasız en mutlu zamanları. Defalarca, defalarca başa alıp dinlediğim 'ben geldim'.. Hayranlıkla dinlediğim 'Aşk bu gece şehri terk etti.' Bu şarkıdaki şehir de tekettiğim şehir, Zonguldak'tır benim için. 'kal' duymayı bekledi, 'git' duymayı değil de..En sevdiğim sözü. Albümün geneli gibi iç karartıcı olsa da sevdiğim diğer şarkılar; düğüm, sessizce, kar, yalnız da ayağa kalkabilirim, yağmur, sonbahar. Hiçbirini diğerinden ayırt edemem, hepsi evlatlarım gibi ama merdivenler şehri Zonguldak için, 'Merdivenler'den daha uygun bi şarkı olamaz. 'Sonu gelmez masalların puslu şehri'...Gerçekten de her ne kadar geride bırakılsa da asla bitmeyen masalların puslu şehri oldu benim için Zonguldak, asla unutamadığım, unutmadığım..

Sonra Emir.. 'Tanrının Elleri' ile umut doldu içim. Şarkının ortasındaki sessiz şiiri defalarca başa alıp dinledim 've gözyaşların değer avuçlarıma, ağlama'... bu albümün çıktığı sene ve sonrasında iki konserine de gitmiştim  ama bu albümü en çok 2011-2012 de 'kayıp çocuk masalları' ile birlikte dinledim. Yine yurtta ama bu kez tek kişilik odada kalıyordum, hayatımda hiç olmadığım kadar yalnız ve bir döneminde ise derin bir depresyondaydım. Gece kapkaranlık ve ben tek başıma yatağımda büzülmüş yatarken kulağımda bir tek onun sesi vardı. Her bir şarkının her bir sözünü düşünerek dinliyor, adeta özümsüyordum. Yine de değerini son zamanlarda daha iyi anladığım 'anladım', 'ıslak kelebek' ve son günlerde en çok dinlediğim ve bu yazıyı yazmama vesile olan 'sen benim'...

'Siyah bir veda öpücüğü' albümünü Siyah öpücüklü olanlardan alabilmek için adeta koşarak gidip aldığımı hatırlıyorum:) hala duruyor, çok çok güzel düşülmüş bir hatıra olarak kaldı bir köşede. Arada çıkarılıp bakılan, düşüncelere dalınan.. Albüm her zamanki gibi harikaydı..

'Şeker prens ve tuz kral' ile 'Sana Bunları Hiç Bilmediğin Bir Yerden Yazıyorum' ve diğerlerini dinlediğimde ise artık Ankara'ya dönmüştüm. Gri, puslu, yalnızlık şehri Zonguldak'tan sonra bir başka yalnızlık şehrine gelmiştim. Artık sorumluluklarım vardı, çalışmak zorundaydım, iş hayatına atılmıştım. Her gün birbirinin aynı, hafta içi gündüz iş, akşam dinlenme, hafta sonu ise hafta içi ertelenen işleri halletme koşturmacasına girmiştim. Hala da öyle devam ediyor, bir şekilde bu rutinden çıkmaya çalışıyorum, umarım başarılı olabilirim.

Şunu söylemeliyim ki, Cem Adrian hayatımın her dönemine eşlik etmiş, çok değerli bir sanatçıdır. İyi ki vardır, boşluğu doldurulamazdır.

Teşekkürler Cem Adrian, herşey için ve yalnızlığımı paylaştığın için.

31 Temmuz 2015 Cuma

Korkuyordum, gözlerimi kapadım, açmaya korktum. Gözlerimi açınca gerçekleri göreceğimden korktum, sımsıkı yumdum gözlerimi. Bazen sevdiğinin yanında susmak da güzeldi, sustum...
'Örtün üstüme çiçekleri' diyordu biri 'halim yok'..., dinledim, sustum... 
O kadar alışmıştım ki ilgisiz, sevgisiz bırakılmaya, garipsemiyordum artık bunu yıllardır... Yanlışmış, belki de... Farkında değildim...

Yıllar sonra aşkı sorgulamak da nerden çıkmıştı? Sevgiyi yeniden tattığımdan mıdır bilmem. Uzun zamandır ilk defa güvenli limanlarda aradım sevgiyi, buldum da... düğüm gerçekten çözülmüştü demek, ne güzel...

 Kafamdaki binlerce düşünceyi kelimelere dökmek zor...

Ne kadar kolaydı, hayatı boyunca aldatılma ihtimalini bile aklından geçirmemiş olan birine, belki de aldatılıyorsun demek. Bakalım ben bunu kaldırabilecek miydim? Sadece şu kadarını söyliyim, eve gidip intihar etmeyi düşündüm, bu denli hazırlıksızdım bu fikre. Ama ağlamadım, eve gidip yatağıma yattım, düşünmedim, sorgulamadım, üzülmedim. O duyguyu gerçek olduğuna inanmadan yaşamak istemedim, gerçekse nasıl olsa bir gün yaşayacaktım ama şimdi değil. 

.
.
.

Kalbim ne kadar da katılaşmış, ne kadar gaddarım anneme karşı... Neden son günlerde bütün konular aynı noktaya çıkıyor? Neyi kaybettim ben? Neden bu kadar taşlaştı kalbim?
Sebebi belli... Üzülmemek için... İnsan kendini güçlü sanmak istiyor, bir et parçasının önüne duvarlar örüyorum. Kalbim daha fazla kırılmasın diye... Ama acı, siyah bir duman gibi, duvar falan dinlemiyor, sızıyor içeri, sızlatıyor...


Ama bugün... Sızlamak da değil bu, daha öte. Kalbim EZİLMİŞ gibi hissediyorum. 

Eskiden bütün duyguları dibine kadar yaşamayı severdim, acıyı da... Hala öyle sanıyordum... Meğer artık sadece iyi şeylerin girmesine izin veriyormuşum içeri... Kalbimi üzüntülere kapatmışım. Bunun da sebebini biliyorum:) Bir insan sevdikleri tarafından defalarca defalarca ama defalarca kırılınca, artık hayal  kırıklığına uğramamak, artık üzülmemek için, taşlaştırıyor kalbini. Ama kayalar dahi parçalanabiliyorken bu dünyada, benim ördüğüm duvarlar neye yarar ki?