14 Ekim 2019 Pazartesi

Ayrıldığımızın ertesi günü şiddetli bir boğaz ağrısıyla uyandım. Geçer dedim. Çünkü bilirim çocukluğumdan beri ne zaman çok üzülsem ve ağlasam ertesi gün hasta olurum. Ama geçmedi... Doktor, antibiyotik... Geçer gibi oldu... Nüksetti... Ayrıldığımızdan beri tam şuramda bir ağrı var, yutkunurken acıyor. Bir süre sonra bunun, konuşamadıklarımdan ve ağır gelip yutamadıklarımdan (ya da bilinçli olarak yutmadıklarımdan) kaynaklı olduğunu düşünmeye başladım. Bu boğaz ağrısından kurtulmanın tek yolu vardı, konuşmak. Çünkü ne yazmakla ne başka üçüncü kişilere anlatmakla geçmiyordu. Bunları direkt olarak muhatabıyla konuşmam gerekiyordu... Yani seninle.

Bu seni görmek, bir araya gelmek veya bir şeyleri çözebiliriz, yeniden başlayabiliriz,  demek için bir bahane değil. Sadece benim kendimi daha iyi hissetmem ve tamamen kendime odaklanabilmem için, kendim için yapmam gereken bir şey.

Benim için ilişkimizde her şey yolunda gidiyordu, seninle mutluydum, her geçen gün bağımız güçleniyordu ve bu beni daha da mutlu ediyordu. Belki de seni korkutuyordu? Tek sorun her şeye vakit ayırmakta ve sürekli her şeyi, her detayıyla düşünüp ayarlamak zorunda olmaktan dolayı kafam çok doluydu ama bu sorumluluğu baştan almıştım ve sana yansıtmadan çözmeye çalışıyordum, bir sürü de çözüm yolu üretmiştim. Her ilişkinin başında çiftlerin birbiriyle daha uzun vakitler geçirmek istemesi normaldir, biraz zamanla her şey rayına oturur. Biz ikimiz de olgun insanlarız. Gerek iş hayatında gerek kişisel alanında kendine ayırmak isteyeceğin vakitlere her zaman saygı duydum. Görüşmek istediğim zaman hep sordum sana. İşin normal sıradan bir iş değil, bunun farkındayım. Konsantre olman gerekiyor. Bir kaç hatam oldu bunun da farkındayım ama onlardan sonra çok daha hassas davrandım. Bazı şeyler benim için yeniydi alışmam zaman almış olabilir, ben de mükemmel değilim.

Başından beri yanlış olduğunu bilmeme rağmen bazen içime kapanıp yalnız hissetmene sebep olduğum için özür dilerim. Bunu yapmaktan nefret ediyorum, ama ben hep böyleydim- bu bir bahane değil elbette ve bu benim değiştirmeye çalıştığım, çözmeye çalıştığım bi durum ve inan deniyordum. Bunu senin yanında çok daha rahat aşmaya başladığımı da fark etmiştim son zamanlarda, bu konuda daha rahat hissediyordum. Umarım bunu sen de fark etmişsindir. Tabii bunda senin de payın var, teşekkür ederim.

O gece uzun uzun konuştuktan sonra gitmek istiyorum, yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacım var dediğinde bunların olacağını hissetmiştim. Sana başından beri anlatmaya çalıştığım bir şey var. Ben senin sulamadığında solacak bir çiçek değilim. Ben yaşarsam yaşarım, solarsam solarım bu tamamen benim içimdeki yaşama arzusu ve mücadele isteğiyle ilgili bir durum. Sen ne yaparsan yap bunu değiştiremezsin, ne olumlu ne olumsuz anlamda. Sen benim hayatıma girdiğinde ben zaten yaklaşık 3 yıldır bunu çözmeye çalışıyordum, hala da çözmeye çalışıyorum. Hatta ben köydeyken bana gönderdiğin yazıda, nasıl denk geldi demiştim. Aslında denk gelmemişti sen bilerek göndermiştin. Neyse, benim bunu çözmeye çalıştığım bir dönemde hayatıma girdin. Ben sana bunları çözmeden hayatıma birini almayı düşünmediğimi söyledim, sen de bana yolda olmanın da tadını çıkar dedin. Ve biz konuşmaya görüşmeye devam ettik. Sonra sen ayrılmak istediğini söyledin, ben çözümler ürettim. Sonra yine aynı şey tekrarlandı. Bu ilişkinin başından beri çözmek yerine ayrılmak istemenin gerçek nedeni ne? Çünkü sen bana bunu söylemediğin sürece ben kendi kafamın içinde sebepler üretmeye devam edicem ve beni lütfen bundan kurtar.

Her insanın içinde onu acımasızca yargılayan bi iç ses vardır ya. Sen ayrılmak istedin ve bunu bana telefonda söyledikten sonra o acımasız yargılayıcı iç sesin bana neler söyleyebileceğini hiç düşündün mü?
   - 'Sen o kadar değersiz birisin ki, bunları yüz yüze konuşmak için sana vakit bile ayırmadı. Zaten seni kim sevsin ki? Sen sevilmeye değer biri değilsin. Sen saygı duyulmaya değer biri değilsin. Kimse sana değerli vaktini ayırmaz. Seninle mi uğraşacaktı bir de? Zamanla ona iyice yapışacağını ve senden kurtulamayacağını düşündü, seni başından savdı işte! Kurtuldu senden. Her şey bu kadar basit!'

O iç ses bana kendimi o kadar değersiz hissettirdi ki başta. Kendimi sokağa terk edilmiş evcil bir köpek gibi hissettim. Ne yapacağımı bilemedim, sanki ben uzayda başka bir yerde yaşıyordum da biri  beni ensemden tutup dünyaya indirip gitti, hiç tanımadığım bir yerde yapayalnız nasıl hayatta kalırım diye çok korktum önce.

Terk edilmenin farklı aşamaları var, en başta kabullenemiyor insan. 'Nasıl beni terk eder?' Sanırım burda ego devrede ve elinden oyuncağı alınmış kızgın bir çocuk gibi oluyorsun. Sonra zamanla o iç ses seni acımasızca eleştirmeye başlıyor. Sen zaten şöylesin, böylesin, seni bu halinle kim sevsin, bak seni şu anki bulunduğun halinle hayatına dahil edemedi işte! Öyle acınacak durumdasın. En çok da bu canımı acıttı biliyor musun? Beni şu an bulunduğum halimle hayatına dahil edememiş olman. Buna inanamadım! Birisi beni bu halimle kabullenemiyor, durum o kadar kötü mü!? Ben kendimi nasıl bu hale soktum vs. Kendime çok kızdım!!! Sonra düşündüm. Beni bu halimle kabul edemeyen sendin, yani bu senin kararın. Yaşadığım hayat ise benim seçimim. Evet şu an bu durumdayım, belki ilerde farklı olurum ama yapabileceğim bir şey yok, şu an durum bu ve ben ne yapmak istiyorsam onu yapıyorum. Şu an bana iyi gelen şeyi yapıyorum ve kendimle ilgili çözmem gerekenlere odaklanmaya çalışıyorum.

Ama sorun şu ki kafamın içinde sürekli seninle konuşan bir ben var, ondan kurtulamıyorum. Çünkü inanmıyor söylediğin şeye. Ona bahane gibi görünüyor. Çünkü gerçekten seven insan, sevdiğiyle birlikte olabilme ihtimalini şansa bırakmaz diyor. Bırakmamalı diyor. Gerçekten sana o kadar değer verseydi, sevseydi bunu çözmeye çalışırdı diyor. Bir türlü onu ikna edemiyorum. Çünkü onu ikna edebilecek tek kişi sensin. Senin ağzından çıkacak gerçeği yansıtan bir cümle. Sen gerçeği söylemediğin sürece ben kafamda kurup durmaya devam edicem. Karşımda sen olmadığın için sürekli kendi kendime sorular sorup cevaplar veriyorum. Aklıma öyle şeyler geldi ki; belki sana çok saçma, delice bile gelebilir. Ama buna sen sebep oldun. Çünkü böyle ayrılık olmaz. Birlikte onca şey yaşandıktan sonra, yüz yüze konuşmaya bile gerek duymadan yarım saatlik bir telefon görüşmesiyle bitmemeli her şey. Ben bunu hak etmedim.

Seni bu ilişkide ne bu kadar korkuttu? Terk edilmekten korkan insanlar karşısındakine fazla yapışırmış, bi kitapta okumuştum. Bu da tabii tam tersi etki yaparak onu kendinden uzaklaştırırmış. Ben bunu yapmadım ama sana öyle mi hissettirdim acaba? Sana yapışacağımı mı düşündün? Daha fazla zaman geçtikte benden kurtulmanın zorlaşacağını? Sana tutunacağımı, sen olmadığında düşeceğimi? Benim için bi geçiş dönemiydi, kafam karışıktı işle ilgili, bu dönem geçecekti zamanla her şey yoluna girecekti (şu an olduğu gibi), ama senle ilgili hep nettim. Belki de aynı travmaları yeniden yaşamak istemedin ve bunu da bana söylemenin güzel bir yolunu bulamadın. Yani sebep senin hastalığın demenin beni üzeceğini düşündün bu yüzden de başka çözüm yolu buldun, tamamen benle alakalı dedin. Çünkü söylediğin her şeye ben bir çözüm üretiyordum ama sana zarar verdiğini söylediğin bir ilişkiye devam edelim demeyeceğimi biliyordun. Sebep ne olursa olsun bana söyle. Seni sevmiyorum de, artık bu ilişki beni tatmin etmiyor de, senin hastalığından dolayı ben yine ilerde aynı şeyleri yaşamak istemiyorum de ya da gerçek sebep neyse onu söyle. Evet belki üzülürüm, ama geçer...

Beni hayatında o doğana benzetmen hiç hoşuma gitmedi biliyor musun? Yemek getirmediğinde gidip kendi yemek aramayan, günün birinde uçup gidecek olan, senin sadece hayatının bir döneminde ona yardım ettiğin ve sana da iyi gelen, zamanla sahiplenme duygusuna kapıldığın ve bu duygudan hoşlanmayıp, bu ilişkinin ona da zarar vereceğini düşünüp salıverdiğin. Ben senin yardım etmen gereken biri değildim, ben sadece senin sevgilindim. Belki beni sadece bu gözle görseydin bunların hiç biri yaşanmayacaktı.

Günün birinde uçup gitme konusuna gelince, bunu daha önce konuşmuştuk, hatta ben sana sormuştum tekrar devam etmeye karar verdiğimizde, ya yine aynısını yaparsan demiştim, sen de bilemem demiştin. Ben olsun yine de varım dedim ve bak sen benden önce uçtun. Belki de ben uçmayacaktım, hep yanında kalacaktım. Acaba bundan mı korktun?... Belki de uçacaktım ama bunu bilemeyiz değil mi? Gelecekte neler yaşanacağını bilemeyiz. O hikayede sen doğana yardım edip, onu iyileştirip salıyordun, yani o ilişkide doğan tek taraflı bir fayda sağlıyordu. Sen hayal kurmayı bıraktığını söylemiştin, ben de hayal kurmayı bir noktada bırakmıştım. Yani o gece senin ilişkideki rolünü konuştuğumuzda sen sadece benimle geçirdiğin her anın tadını çıkardığını söylemiştin ya, bundan başka yapabileceğin birşey yoktu... Gelecekle ilgili hayal kurmayan ya da bir beklentisi olmayan biri zaten başka ne yapabilir? Ve bu durumdan neden şikayetçi olur? (Benim bencil hissetmem konusunu daha sonra tekrar sorguladığın için bunu söylüyorum). Benim evlilikle ilgili öyle büyük hayallerim olmadı hiç. Evlenme meraklısı bi insan olsam şimdiye kadar çoktan evlenmiş olurdum inan, karşıma birçok fırsat çıktı. Benim hayatımın amacı evlenmek değil. Ha ben kesinlikle evlenmem, evliliğe çok karşıyım da demiyorum. Şartlar onu gerektirirse evlenirim de sevdiğim insanla, bu da beni mutlu eder, sevgilimle hayatı paylaşmak da aynı derecede mutlu eder. O gün konuştuğumuz bir cümle hiç aklımdan çıkmıyor.  Eğer ben bir gün evleneceksem ve o insan da sen olamayacağına göre demiştim, sen de o zaman zamanını iyi kullan demiştin. Yani senin kafandaki senaryoya göre bir gün ben eninde sonunda gidicem, o zaman en iyisi daha fazla bağlanmadan bitirmek. Anlattığın hikayenin sonunda uçup giden bi kuş vardı. Ve bunu bile bile kanatları çıkana kadar ona eşlik edecek ve onunla geçireceği her anın tadını çıkarmaktan başka elinden birşey gelmeyen bir sen vardın. Yani tek taraflı çıkar sağlayan bir ben. Mağdur olacak olan sen. O yüzden o hikayenin içinde kendimi bencil hissetmiştim. Benim sana kattığım, sana iyi gelen hiç bir şey yok muydu?

Oysa ki böyle bir hikaye yok ortada. Dediğim gibi sen beni sadece sevgilin ve hayatı paylaştığın, hayat arkadaşı, yol arkadaşı ne dersin bilmiyorum öyle görebilseydin, gerektiğinde senin de ihtiyaçların olduğunda benden beklentiye girseydin, beni yaralı, senin yardımına muhtaç bi kuş olarak görmeseydin daha sağlıklı bi ilişkimiz olabilirdi. Yol bizi nereye götürürdü bilemiyorum ama normal bi ilişki sürdürebilirdik diye düşünüyorum. Dedin ya yol bizi belki yeniden bir araya getirir diye, ve daha önceki ayrıldığımızda da bunu umut ettiğini söylemiştin. Sen benim zor zamanımda değil, herşey yoluna girdikten ve senin gözünde belli bir çıtayı aştıktan, bir aşamaya eriştikten sonra, belki buna aşama değil de gerçekten özgür olduktan sonra diyelim, yanımda olmak istiyorsun. Ama bu benim hayatı paylaşmak tanımıma uymuyor. Ben olmadan biz olmaya çalışmıyorum, çalışmadım da farkındaysan. Ben kendim olmaya çalıştığım sırada karşıma sen çıktın, seninleyken de ben yine ben olmaya devam ettim, hala ben olmaya çalışıyorum ama sen bu süreçte yanımda olmamayı tercih ediyorsun. Benim de buna saygı duymaktan başka elimden bir şey gelmiyor.

İçimdeki o acımasızca eleştiren sesi susturmayı başardım. Tabii ki baştan beri söylediklerinin tek kelimesine bile inanmamıştım. Onun söylediklerinin gerçekleri yansıtmadığını biliyordum. Ama başta kendimi kötü hissetmeme yetmişti. Şimdiyse benim sesim onu bastırıyor. Ben değerliyim, tüm bunlar onun tercihiydi. Ve o sokağın ortasında etrafına ürkek gözlerle bakan köpek de yok artık. Çünkü tek başına da hayatta kalabileceğini biliyor. Korksa da denemekten vazgeçmiyor.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder