30 Aralık 2012 Pazar

Evladını kaybetmiş bir anne ve onun yaşamayı unutmuş suskun kızı

Bazı geceler olur hani, yalnızlıktan, derin bir hüzün, umutsuzluk ve kabullenişten başka hiçbir şey yoktur etrafta. O yoktur, bilirsin, inanmak istemezsin. Sıranın sende olduğunu bilirsin, unutmak istersin. Sessizlik vardır sadece, acı. Hatırlanmak istersin hep, hiç unutulmamak, bir gün yok olacağını hiç varolmamışcasına, unutmak.
Sıra bende... Ben bilmezken hayatına dokunduğumun acısını, o çok önemli hayatıma devam ederken çırpınarak, yasemin kokusuna kahrolan. Ben yalanların içine gömülmüşken, etrafta hiç koku yoktu. Battım, çıktım, battım...
Neden böyle hüzün dolu içim bu gece? Nereden geliyor yazdıklarım parmaklarımın ucuna? Çok zorlanıyorum yazmakta... Ama yazmak istiyorum, yazmak, elimden başka bir şey gelmedikçe yazmak, defterler dolusu. Defterler alıyorum, kitaplar. Başka hayatlar satın alıyorum, başka hayatları harcayarak.

Yazdıklarımı siliyorum, yeni baştan yazıyorum.
Burada her cümle anlamını yitirmeli bir gün.
O gün geldiğinde nerede olurum acaba?

İşte şimdi farklı bir boyut kazanmalı bu yazı. Kızmalıyım yine, kendime ve herkese, her şeye. Ama  buna hiç hakkım yok biliyorum, bilincindeyim bu gece evrendeki varlığımın değersizliğinin. Gitmeyim bu gece, hiçbir yere. Yok olmalıyım yine, kaybolmalıyım. Dünya ayaklarımın altından kayıp giderken, ayaklarım yere basmamalı yine, uçmalıyım. Canım yanıyor, içim eziliyor, çaresizim. Yorgunum, sıkılmış biraz. Biraz değil, çok. Güçlü olmalıyım, kararlı, en önemlisi, azimli. Ders çalışmalıyım bu gece mesela. Sabaha kadar belki. Belki değil, mutlaka. Bu yazıyı hiç yazmamış olduğum bir sabaha uyanmalıyım yine, daha önce yapabilmiştim, yine yapmalıyım. En az benim değersizliğim kadar değerli herkes.

Neden hep 'ben' önemli olan! Ölümün acımasız sessizliği üzerimizdeyken, nasıl oluyor da bizim zerre kadar değeri olmayan hakikatlerimiz bu denli önemli olabiliyor? Hiçbir şey önemli değil evladını kaybetmiş bir annenin sessiz çığlığından*. Ve onun yaşamayı unutmuş kızının suskunluğundan. Değersiz varlıklarımıza lanet olsun.

25 Aralık 2012 Salı

Kaç gece sinir krizi geçirdim hatırlamıyorum. Çoğunluğu rüyalarımdaydı. Birkaçı ise gece sessiz sessiz çırpınarak ağlayışım. Buz tutmuş ellerim, kaynıyor zihnim. Tüm dünyaya lanet olsun. Derin nefesler, diz sallamalar, ileri geri sallanmalar, hiç biri fayda etmiyor. Ellerim buz tutmuş. Burnum da. Ama beynimden dumanlar çıkıyor.
Kaçıncı kez zoru seçiyorum, bilmiyorum. Bu kaçıncı gece aklımı alıp gittiğim, bilmiyorum. Tek bildiğim öfke kustuğum, lanet okuduğum, düşündüğüm, yazdığım.
Sizleri de aramızda görmekten hoşnuttuk demeyecek dünya bana ben ayrılırken. Tek renk kırmızı, oyunun dışındayım. Bu kadar basit işte, ne sanmıştın ki. Bireyler ve bencillikler dünyası. Sen varsın bir tek, ben varım.  Biz yokuz, hiç olmadık ki zaten.
Yine aynı şeyleri düşüncem, yine aynı şeyleri hissedicem, yine aynı bataklıkta batıp, aynı denizde yıkanıcam. Aynı yolları yürücem, aynı yaprakların düşüşünü seyredicem.
Bana da lanet olsun, sana da. Bu yazıya da.

Siyah elbiseli kadın

Neden bütün hikayeler küçük bir kızla başlar? Ya da kahraman neden hep küçük bir çocuktur? İçimizdeki çocuğun sesini bastıramadığımızdan mıdır? Hala küçük bir çocuk gibi ilgi beklediğimizden mi?
Bu kez bir kadın olsun hikayenin kahramanı, içindeki çocuğu dizginlemeye çalışan. Bir çocuğun aksine, kendini kandırmayı bırakmaya karar vermiş olsun, herkesten farklı düşünüp, farklı yaşamaya, kendi doğrularıyla. İstese de saklayamıyor olsun içindekini, dışa vursun hep. Ben buradayım, buyum desin. Gitsin, ama gelmesin. Hep başlayıp bitsin. Bütün duyguları korkmadan, cesurca yaşamaya alışmış olsun. Aşk, sevinç, coşku, öfke, nefret, hezeyan... Neyi iyi yapıyorsa onu yapıyor olsun, başka bir şey değil. Nerede mutluysa orada olsun, yani sürekli yer değiştirsin.
Bir gün en güzel, en hafif giysisini* giymiş olsun. Siyah bir elbise, üst kısmı vücudunun kıvrımlarını ortaya çıkarırken, alt kısmı aşağıya doğru açılan. Mumlar olsun etrafta, loş bir ışıkta, sarı yüzler yanıp sönsün. Hayatının en güzel, en kötü gününü yaşamış olsun, bir yandan silmeye çalışırken, diğer taraftan unutmamaya çalışacağı.
Vazgeçtim, bir masal kahramanı olsun. Gri bir şehirde, mosmor, solmuş bir çiçek gibi yürüyen. Her adımda umudu azaldıkça, öfkesi artan. Tek renk mor olsun o şehirde, ondan başka renk olmasın. Yok olmak istesin boşlukta, milyonlarca küçük parçaya ayrılıp evrene saçılmak, küçük, parlak, mor yıldızlar gibi yağmak gökten.
Haykırmak istesin, ama ağlamak değil. Yalnız kalmak istesin, ama tamamen değil. Her elini uzattığında yanında, her itişinde uzağında olacak birini arasın hep. Hiçbir şey istemesin çoğu zaman. Bir an pişman olsun, bir an olmasın. Kimse çıkmasın yoluna, yerdeki çalılar gibi ezsin onları. Bir an var ederken birini, bir an yok etsin, dokunsun ve sadece bir duman kalsın geride, başka hiçbir şey değil. Hiç iz kalmasın ardında, geri dönmek istese de yolu bulamasın diye.
Kaybolsun...

23 Aralık 2012 Pazar

Azimmiş

Nerde o azimli Yasemin! Hani 'pretending to be normal' ayakları yapıyordun ne zamandır ne oldu şimdi! Öyle yapcam, böyle yapcam, bi daha asla şöyle yapmıcam, bi daha asla hayal kırıklığına uğramıcam çünkü hiç beklentiye girmicem. Hı hı, evet evet, hı hı hı hı, öyledir, hı hı tabi...
Hayat da tekrarlardan ibaret bir döngüymüş meğer de ben bilmiyormuş gibi davranıyormuşum. O zaman şimdi yine azimli Yasemin desin ki; bi daha asla başka biriymiş gibi davranmıcam! Neysem oyum işte. Ben, bu dünyanın insanı değilim. Düşünmicem, kızmıcam, nefret etmicem, hayallerimdeki dünya gerçek değilse, belki yaşamıcam da...
Korkma, demek istediğim, ben ben olmadığımda yaşamıyorum ki zaten, o başka biri yaşayan, ben değilim. Beni öldürüyorum! Bunu kendime yapmaya ne hakkım var! Hayat buysa, merhaba... Elveda...

21 Aralık 2012 Cuma

Yasak Meyve

Bugünlerde her gece kapımın önünde aynı köpeği yatarken buluyorum. İlk gün sevmiştim onu, konuşmuştuk biraz, sonra girmiştim içeri. İkinci gün yine aynı yerde beni beklediğini gördüm, beni görür görmez tanıdı ve sevgime karşılık verdi, o kadar çok bağırdı ki, çığlığını ta içimde duydum 'beni sev'... Çağrıya karşılık vermemek imkansızdı, biri beni sevdiğinde fütursuzca karşılık verme içgüdüme hala engel olamıyorum, herkes gibi ben de sevmek ve sevilmekten hoşlanıyorum, köpek de... İkinci günde kalmıştık, bu kez daha çok konuştuk, daha çok sevdim onu, kocaman tüylerinin içinde kaybolmak istedim, alıp seni götürsem ya dedim, yurt odama, bana eşlik etsen ya bu gece, fena mı olur? Neden yasaklar bu kadar çekicidir! Ah be köpek, nerden çıktın karşıma, şimdi sensiz uyumak zorunda olma fikrinden nefret edicem günlerce, her gece yine o kapının önünde beni bekliyor olacaksın, biliyorum. Bu daha da kötü ya işte, senin orada olduğunu ama yanımda olamayacağını bilmek... Elimden gelse seninle birlikte kapının önünde uyurdum ben de!
Üçüncü gün, köpek yine aynı yerde, fakat bu kez başka bir köpekle birlikte uyuyor, ben bunu kıskanmıyorum, ilginç, oysa buna içerlemem gerekmez miydi? Neyse, benim gönlümde ikisine de yetecek kadar çok sevgi var, gidip ikisini birden sevmeye başlıyorum. Benim köpek çıldırıyor, 'sadece beni sev!'... Peki diyorum, onu kızdırmaktansa diğer köpeği bir yana bırakıp, ilk iki gün olduğu gibi okşamalar, koklaşmalar, öpücükler, sevgi gösterilerine devam ediyoruz. Şimdi artık yurda giriş vaktim geldi ve onu yine istemeyerek orada bırakmak zorundayım! Yurda girmek zorundayım! Peşimden geliyor, izin versem yurdun kapısından içeri girecek, ama güvenlik çetin, kapıda bekliyor, gözü üzerimizde, çok fena! Büyük bir mücadele veriyorum, onu incitmeden kapının dışında bırakmak için. Sonunda kapının içinde ben, dışında Yasak Meyve...

3 Aralık 2012 Pazartesi

Procrastination'ım geldi


Sınavıma saatler kala...
Müzik çalıyor, bu şarkı da ne güzelmiş, hiçbir şey yapmadan birkaç dakika dinleyerek tadını çıkarayım en iyisi, dinlendi.
Biraz kuru yemiş ve çay, hmm evet bu iyi fikir, hemen uygulanmalı, uygulandı.
Aaa internet, şu lanet olası maillerimi kontrol etmeliyim, edildi.
Dur bi bakıyım ya takip ettiğim bloglarda yeni yazılar var mı? Okundu.
Face'e bakmadan da olmaz, bakıldı.
Bir şeyler yazmalıyım, yazıldı.
Derse devam etmeliyim, ERTELEMEDE...

Bilgimin sınanması her daim sinirlerimi bozan bir hadise. Benim bilgimin bana faydası var, bilmiyorsam da o benim sorunum, bana zorluk çıkaracak eninde sonunda. Bütün bir kitabı bir haftada yalayıp yutmamın kime ne yararı var? 'Procrastination'ım geliyor' işte böyle olunca, saçmalamaya başlıyorum, daha mı iyi? Lanet olsun tüm sınavlara ve ben ve benim gibileri böyle saçmalatan sisteme!

Karamsarlık, kesin düşük not alacağım düşünceleri...
Sınavıma (parmak hesabı yapıldı) tam 6,5 saat kala...
Aslında sınav yerine geçebilecek daha mantıklı, daha öğretici alternatifler düşünüldü, bugüne kadar hocaya neden söylenmedi diye kendine kızıldı.
Sınav haftaya ertelense diye dua edildi.
Umutsuzca çalışmaya geri dönmeye karar verildi...
Not: Bunun tam olarak uygulanıp uygulanmayacağı konusunda şu an net bir bilgi yok.