31 Ocak 2013 Perşembe

...

'Ya sevdiğini alacaksın ya aldığını seveceksin' demiş, 'ama en azından hayatında bir kez sevdiğini al.' Günün lafı olsun bu. Çok şanslıyım ki, birincisini yaşadım, yaşıyorum, bundan sonrası için planım, bulduklarımı sevmek.
Gözünü sevdiğim Murat ağabey, yine beni benden aldın, ne adamsın.
Elindeki elmasın üzeri tozlanmışsa, sil, yine parlayacak. O zaman yine eskisi gibi gözlerini alamayacaksın ondan. He bunu da ben dedim, bu da bu gecenin lafı olsun.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Dönüş

Bugün blogumdan bir sürü yazı sildim. Üzerine düşününce çok saçma geldi yazdıklarım, hiç biri gerçek değildi. 
Beni anormalliğe sürükleyen herşeyden uzak durmaya karar verdim. Kendimi normal ve sıradan hissettirenin yanındayım artık. Aslında hiç de sıradan değil zira ben o kadar şanslı hissediyorum ki! Bu hiç de sıradan bir şey değil. 
Yazdıklarıma şöyle bir baktım da, yine çok fazla kafa karışıklığı yaşamışım, fırtınalı bir havada savrulmuşum, üşümüşüm, ıslanmışım. Beni her zaman bir battaniye gibi saracak olan, durgun limanıma döndüğümde hissettiğim huzur, dinlenme, iyileşme...Bir ömür sürsün istedim.
Böyle saf duyguları yakalayabilmek çok güç. 
Sanki bir gemiye binmiştim kırık dökük, bir fırtınaya tutulmuştum, gemiyi paramparça etti ve ben kıyıya vurdum en sonunda. Bir adam yaklaşıyordu uzaktan, önce bir gölgeydi sonra gerçek oldu, elimden tuttu, önce kuruttu, ısıttı. Bir tas çorba verdi, ama öyle bildiğiniz çorbalardan değil, dumanı üstünde tüten, öyle güzel bir çorba ki, iyileştirdi. Zaten elimi tuttuğu anda kaybolmuştu tüm kötülükler, unutulmuştu, sihirli bir dokunuş değilse neydi bu? 
İyileşip, dinlenip döndüm gri şehrime. Artık ufka baktığımda hep o adayı görüyorum, siyah beyaz şehrimden bakıyor da olsam ufka, orada mavi yeşil, güneşli, sıcak bir ada var hep. Biliyorum, mutluyum, teşekkürler...

26 Ocak 2013 Cumartesi

ADA

ADA'nın en şanslı insanı olarak, panaromik deniz manzaralı odamdan, pencemin önünde ayaklarımı sehpaya uzatmış, kucağımda laptop, yazıyorum bu yazıyı. Hiç bakmıyorum geriye, ne yazmışım diye. O yüzden devrik cümleler falan olursa takılmayın. Bugün sadece klavyeye bakıyorum. He tabi bir de arada derin bir nefes alıp denize. Keyfime diyecek yok bugün. Kıskanılası bir durumdayım zira. Kim şu an benim yerimde olmak istemez ki!
Bu martılar da hiç durmadan uçuyor arkadaş! Anlam veremiyorum. Bir durun lan! Başımı döndürüyorlar.
Neyse, dedim ya keyfim pek yerinde bugün, iyi ki gelmişim ADA'ya, sevdiğim yanımda, özlemişim. Hep arkamda olacak, biliyorum, bu da benim istediğim. Onun o erkekliğine kara çaldırmadan çocuklaşan, masumlaşan halleri yok mu! Bir bebek gibi bakım isteyen, ama bir yandan da bunu çaktırmamaya çalışarak yapan. Tam bir Türk erkeği. Öyle Avrupalılara falan benzemez. Arkasında duracağı birini ister benim sevgilim.
Ah nasıl da mutluyum, nazar değmesin. Kıskanılacak haldeyim. Misal bu akşam büyük ihtimalle, durmadan eski 45'likler çalan, ter tarafında plaklar asılı, Ege'li bir amcanın lokantasında rakı balık ziyafeti var. Kimse davetli değil, kusura bakmayın. ADA'ya gelince insanın bir içesi, sarhoş olup aylak aylak dolanası geliyor sahilde, akşamları tüm balıkçı lokantalarında rakı sofraları kurulduğundan mıdır bilmem.
Bu ADA halkı da pek sakin, huzurlu. Kimsenin acelesi yok burada, vapur kalkışları hariç tabii. Kimse bisikletini hızlı sürmüyor, yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara yaşıyor hayatını. Herkes birbirine selam veriyor, kimsenin kimseyle bir derdi yok sanki. Kış boyunca pek iş yapamayan esnaf bile dahil buna, hep güler yüzlü, sakin.
İnsanların huzuru size de geçiyor ister istemez. Umursamaz bir hal alıyorsunuz. Ders mi ödev mi? Zaten hepsi tıkır tıkır yapılıyor burada, böyle şirin bir otelde, böyle bir manzara karşısında, insan nasıl olur da sıkılır ki çalışmaktan. Bıraksalar günlerce buradan hiç kalkmadan çalışabilirim!
Karşımda İstanbul varmış, kimin umrunda! ADA'dayım ben ADA'da, başka bir ülkedeyim sanki! İstanbul değil burası, olamaz. Her bakımdan o kadar farklı ki! Burada başka bir düzen var. Ve herşey o kadar tıkırında ki!
Ayak tırnaklarımdan saç derime kadar ailemleyim şu anda. Onun yanında, nerede olursam olayım, evimdeyim. Ve insan bir tek evindeyken bu kadar huzurlu olabiliyor, tüm dertler puf diye evrene saçılıveriyor bir anda. Buna anlam vermek zor, sanki şimdi sırtımda değil hepsi, ama onun sırtına da yüklemedim, biliyorum, paylaşmadık da! Sadece dağılıveriyor işte bir anda, bir arada olunca. Bu bir lütuf değilse nedir?
Şuradaki direğin üstünde duran martı, adeta bir rüzgar gülü gibi, rüzgarın hareketiyle kuyruğu bir o yana bir bu yana salınıyor. İşte o martı kadar umursamaz bir haldeyim şu anda, o martı kadar sakin, onun kadar kararlı.
Aynı frekansı tutturabildiğim birinin yanındayım, biraz o alçalıp yükseldi biraz ben, sonunda bir noka bulduk, sevdik o noktayı, benimsedik. İşte tam orada duruyoruz şimdi...Gamsız...Kedersiz...

23 Ocak 2013 Çarşamba

Köpek ile Yasemin

Köpekle olan hikayem bitti zannederken, dün akşam benim blok kapısının önünde kimi göreyim:) Yara bere içinde her yanı, ayağı sekiyor. Yaa dedim köpek, geri geldin demek. Gitmeseydin başına bunlar gelmeyecekti. Yaralarına baktım, ama elimden gelen başka bir şey yoktu, yine sevgi vermekten başka. Tüylerinin arasında kayboldum biraz. Sonra bıraktım onu. Sevgim hala aynıydı ama bu kez ondan ayrılmam benim için değil onun için çok zor oldu. Bir bacağımı ön ayakları ve kafasıyla sardı ve o şekilde kantine kadar yürüdük (biraz zor oldu tabii). Sonra ben kantine girdim, o kapının dışında durup arkamdan baktı,  geçen sefer onu kapının dışında bıraktığım zamanki kadar umursamadım bu durumu. Yürüdüm gittim. Onu yaralarıyla baş başa bıraktım. Sevgim daimiydi ama bazı şeyleri kaybetmişti köpek. Hayat, bir döngü, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayıp duracağız işte. Bir o, bir ben.

22 Ocak 2013 Salı

sanki, beni hiç sevmemiş gibi

Sanki beni hiç sevmemiş gibi, canımı acıtacak her şeyi hiç çekinmeden nasıl da söyledi. Oysa ben sadece onun sevgisine karşılık vermiştim. Nasıl da tersine döndürdü işleri, büyük bir ustalıkla...
Büyük bir ustalıkla, bana en acı verecek şeyleri nasıl söyleyebildi.
Sanki beni hiç sevmemiş gibiydi.
Hiç konuşmadım, hiçbir şey söylemedim.
Ne söylenebilirdi ki! Sustum. İçim acıyla dolu. İçim ezilirken, tüm kırılan parçalar kalbimi kanatırken.
Sustum...
Hiç mi fark etmemişti bunu, hiç konuşmadığımın farkında değilmiş gibiydi.
Aklım almıyor. Bu kadarı çok fazla. Acımasızlık. Bencillik.
Karşısındakine acı vererek eline ne geçer bir insanın? Onu uzaklaştırmak mı? Sanki bunu dile getirmesi yetmezmiş gibi! Ne gerek vardı bu kadar acı vermesine. Acı vermek marifetmiş gibi.

...Arkasında olacağın birini değil de, arkanda olacak birini arıyorsun.
Trenini bulmuş mutlusun.
Bana kendi trenimi bulmak düşüyor.
Büyük bir yolculuğa çıkıyorum şimdi.
Çok ağladım.
Gözyaşlarım hala kurumadı, yanaklarımdan göğsüme düşüşünü hissediyorum. Her yer ıslak ve soğuk.
Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım. Tek suçum sevgisine karşılık vermek oldu. Mükafatı dünyanın en berbat, en uzun günlerini, kısır döngülerini yaşamak oldu.
Yüreğim parçalana parçalana, son ana kadar hep verdim. Hiç çekinmeden hep aldı. Sanki bundan garip bir haz duyuyor gibiydi.
Sadece son an. O son anda istediği her neyse onu alamadı. Bunun ne anlama geldiğini biliyor muydu acaba?
Büyük, zorlu bir yolculuk bekliyor şimdi beni. Gözyaşlarım kurudu. İyice dinlenmem gerek. Hiç hak etmediği halde çok şey aldı benden. Onları geri almam gerek.
Bu...acımasızlıktı...ve ben bunu hiç hak etmemiştim. Bana sadece acı vermeseydi bu bile yeterdi. Bilmedi.
Yola çıkmam gerek şimdi.
İlk otobüse yetişmem gerek.

http://www.youtube.com/watch?v=GBwSN0Yw5l0

16 Ocak 2013 Çarşamba

Bugün anladım

Durdum, durdum ve düşündüm, bir an için. Neden ben bu kadar değersizim? Kırılıyorum, dökülüyorum, paramparça yerlere saçılıyorum. Neden? Kimsiniz siz? Bana zarar vermeye ne hakkınız var? Hem bana da ne oluyor böyle? Neden bu kadar hassaslaştım? Neden insanlara bu hakkı veriyorum? Nerede o güçlü, azimli Yasemin? Evet, biraz hassas bir dönemdeyim, her şeye üzülebilirim, ağlayabilirim, belki çaresiz kalmışımdır, falan filan... Hem üzülsem ne olur ki? Azalır mıyım biraz?* Hayır, hayır, hayır. Hassas olamazsın Yasemin, izin veremezsin kimseye. Bir sevgi varsa, o daimidir, öncelikle bunu akıldan çıkarmamak gerekir, kaybetmekten korkmamak. Sonra, bir sevgiyi kaybetmek neden bu kadar mühim olsun ki? Dünyada sevginin pek çok farklı formundan bolca var zaten, bir sevginin yokluğunu doldurmak için can atan milyonlarcası. Dünyanın bir kapısı var ve senin o kapıyı aralamanı bekliyor olacak hep. Hele o kapıyı bir aç bakalım neler var orada? Belki cennet gibi bir yer serilmiş ayaklarının altına... Hem hepsi bir yana, kaybetmek de nedir? Kim söylüyor kaybettiğini? Belki de kazanan sen oldun. Bir de şu var ki... Zaman... Gösterecek kimin kazanacağını. Pek çokları tatminkarlıklarının, korkaklıklarının esiri olurken, mutlu olmayı hak eden diğerleri kazanacak. Sakin ol, sakin ve sabırlı. O gün gelecek. O gemi, bir gün gelecek.**

  * http://www.youtube.com/watch?v=OeYXPnQkdJo
** http://www.youtube.com/watch?v=z_OFL9ojHyo

14 Ocak 2013 Pazartesi

Türk Sanat Müziğinden Seçmeler

Rakı + Peynir + TSM Akşamlarına hoşgeldiniz. Bugünkü programımızda Türk Sanat Müziğinden sekçin eserlere yer veriyoruz. Rakılarımız hazırsa programımıza Zeki Müren'den eşsiz bir eserle başlamak, sonrasında da küçük bir şarkı listesini sizlerle paylaşmak isteriz. Bir noktadan sonra şarkılar Türk Sanat Müziği olmaktan çıkacak olsa da, bu liste dinlemeye değer.

http://www.youtube.com/watch?v=PMPfOBQWBUM

http://www.youtube.com/watch?v=Jsb-3WxYCt4

http://www.youtube.com/watch?v=VowRnFyNRBw

http://www.youtube.com/watch?v=99cjTtlya3s

http://www.youtube.com/watch?v=W4cLFIAA1uQ

http://www.youtube.com/watch?v=MluKTm68UpY

http://www.youtube.com/watch?v=CBEXJMwJze8

http://www.youtube.com/watch?v=Uu_5hCutpSw

http://www.youtube.com/watch?v=OxhVkFYlGWo

http://www.youtube.com/watch?v=GXDwFh_JE7c

http://www.youtube.com/watch?v=qRxiiFkutxs

http://www.youtube.com/watch?v=2rVogciU3as

http://www.youtube.com/watch?v=EoXjantgCGM

http://www.youtube.com/watch?v=cXXqLLHYnTA

http://www.youtube.com/watch?v=5ZeWlRjweeM

http://www.youtube.com/watch?v=tirQZCH4ps0

http://www.youtube.com/watch?v=Wu94CIc-0rw

http://www.youtube.com/watch?v=MPw_vaHeSlE





13 Ocak 2013 Pazar

mırıldanmak

Mırıldanarak mutfakta yemek yapan bir kadın... Her halde bir evin olmazsa olmazı, aile bireylerinin en çok görmeyi istediği şeydir. İşte ben bu gece mırıldanarak, şarkı söyleyerek, poğaçalar kurabiyeler yaptım bizim küçük güzel çekirdek ailemiz için.
Mırıldanırken de bir sürü şey düşündüm. Birincisi mırıldanarak yemek yapan kadın olmazsa olmazıydı. İkincisi kendi evimde de böyle güzel şeyler yapabilmeyi ve hayalimdeki adamın beni görüp gülümsemesini dileyişim. Üçüncsü yapmam gereken tonlarca iş varken, çalışma masasının başından kalkıp mutfağa gitmem ve unu bir leğene boşaltıp üzerine yumurtaları kırmaya başlayışım. Dördüncüsü bugün doğru bir karar verdiğimi düşünmem ve bu kararın arkasında durabilmeyi dilemem oldu.
Hiç müzik yoktu mutfakta benim mırıldanmamdan başka, kah düşünüp kah düşünmeyerek tam 3 saatimi mutfakta geçirmişim. Yapmam gerekenleri de sabah uyanınca yaparım, bütün gün benim, önce güzel bir uyku çekmeliyim. Yalnız, bu gecenin bir farkı olacak. Son zamanlarda yapmaktan en çok zevk aldığım şey gece yatmadan önce uyuyana kadar düşünmekti. Güzel düşler kurar, güzel anıları hatırlardım, onları tekrardan rüyalarımda yaşamak için. Bu gece hiçbir şey düşünmeden sadece uyuyacağım. Hayata dair zevklerden elimi eteğimi çekerim belki bir süre. Dediklerine göre durulmam, sakinleşmem, kendimi dizginlemem gerekiyormuş. Peki dedik, bugün Yaseminle, kabul ettik önerileri uygulamaya koyduk. Herkes mutlu olabilir artık, rahat bıraktık onları.
Ohh bee... Biz de rahatladık. Gittik başınızdan.

Hoşçakal karın ağrım

Çıktın artık karnımdan... Sen benim karnımdan çıktın, ben de seni rahat bırakıyorum. Bundan sonra ne kadar üzülsem de, ağlasam da sen hiç bilmeyeceksin. Kendime vereceğim bütün zararı, sana değil. Kendimi bitireceğim yavaş yavaş seni değil. Senin yerine başkasını seçtim bile çoktan, ama ona kıyamıyorum, ona da sana verdiğim zararı vermek istemiyorum. O yüzden ne kedi olacak artık hayatımda ne de köpek. Sadece ben. Yoluma bakacağım. Her zaman yalnız ve mutsuz. Beynim benimle böyle oynuyor işte, önce beni çok zor bir durumdan kurtarıyor (sağolsun), sonra da daha beterini yaşatıyor, sonra yine kurtarıyor. Bu kez tam kurtaramadı, bir öyle bir böyleydim o yüzden. Bir süre daha öyle böyle devam edeceğim. Sonra yine normale dönerim elbet. Dönmek istemiyorum ya neyse...

12 Ocak 2013 Cumartesi

'dance me to the end of love'...

Mum ışığında acemice dansa kalkan bir çift görüyorum bu şarkıda* En acemi ilk danslarını yapıyorlar. Ayakları birbirine çarpıyor... Zaten geç verilmiş bir kararla kalkılan dans erken son buluyor, şarkı bitiveriyor. Herşey gibi yarım kalıyor şarkı da.
'dance me to the end of love'...
Bir aşkın ömrü ne kadardır? Yaşanmadıkça hiç bitmez bence AŞK (!). Aşkın sonuna kadar dans edelim dediysek bir kere, sözümüzde de durmalıyız bence. Bu nasıl bir AŞK olur tahmin edemiyorum gerçi... Ama her AŞK güzeldir onu biliyorum.
Yazmak istiyorum bu gece... Söyleyemediklerimin hepsini yazmak. Kafam da çok güzel, bende gizli saklı yok. Yazmak istiyorum sayfalarca, gönlüm öylesine büyük ki, içine sığanlar buraya sığamaz.
Hak etmeyen insanlara değer verdim hep! Hayatımın çıkmazı bu oldu benim. Hala bile bile aynı şeyi yapıyorum ve bu halimden de çok memnunum. Eski Yasemin gitti, o zamanlardaki Yasemin geldi. Hoşgeldi. Seviyorum bu Yasemin'i. İyi düşünüyor hep. Diğeri gibi korkak da değil hem. Bu Yasemin yaşamayı hak ediyor bir tek! Ölü olanı yaşatmaya çalışmanın alemi yok. 
İlaçlarla orta yolu bulmaya çalışan bir akıl, alkolle kendini buluyor sanki. Ben diyebileceğim biri çıkıyorsa ortaya, hoşgelmiş o da! 
Sızmak üzereyim. Ama yine de konuşmak istiyorum, sabaha kadar uyumamak. Ama kimse yok konuşacak. Oofff hayat, ne kadar zor seni yaşamak.

9 Ocak 2013 Çarşamba

karın ağrısı

Sen benim karın ağrımsın. Ben de senin baş belan olmaya karar verdim.
Düşündüm de sen ne istediysen ben hep yaptım şimdiye kadar. Ama ben hiç bi zaman isteklerime karşılık alamadım. Bu nası bişey biliyomusun hayat? Bu, nasıl desem, çok acı bişey. Hiç bu kadar canım yanmamıştı biliyor musun hayat? İlk kez bu kadar canım acıyor. Her istekte, her kırılmada biraz daha. Giderek sertleşiyor yüreğim. Tam da nasırlaşmak dedikleri şey. Acı çekmeye alışmak. Söylesene sen kim oluyorsun da bana bunu yapıyorsun? Ben acı çekmeye alışmak falan istemiyorum. Çok da memnundum halimden! Lanet olsun!
Uzun zamandır beni yeniden ağlatmayı başaran tek şeysin, bu yüzden kendini pek değerli zannedebilirsin. Evet, buna izin veriyorum. Önemli hissetmelisin de zaten. Bak karnımın içine kadar girdin. Ama şunu bil ki, hayat, hiç hoş gelmedin! İstemiyorum seni, çık git karnımdan.
Bir kere, bir kere olsun kalbimi kırmasaydın, bir kez olsun benim için risk alsaydın, kaderin çizgisini birazcık olsun saptırsaydın mesela, çok mu şey istedim? Ama tabii, risk almak için buna değecek biri olamamış olabilirim. Ben kendimi ne sanıyorum ki zaten. Senin için neyim ben? Evrende küçücük bir parça, yokluğum fark  edilmez bile. Benim için ne yaptın sen? Herhangi bişeyi göze aldın mı? Hayır. Mesela bu gece? Çok yalnız ve mutlu hissediyorum, hayat. Neden biliyor musun? Çünkü sen beni delirttin! Evet, çıldırdım. Oturup sabaha kadar ağlamam beklenirdi normalde, ama aksine ben pek keyifliyim bu gece. Pekii, neden biliyor musun? Çünkü sen keyifsiz olmamı öngörüyorsun, ben de sırf sana gıcıklık olsun diye keyiflendikçe keyifleniyorum. Mesela senin başına bela olmaya karar veriyorum. Senin almadığın riskleri ben senin yerine alıyorum, böylece seni biraz olsun korkutabiliyorum. Bu da bana inanılmaz haz veriyor. Evet, bunda şaşılacak birşey yok. Bu gece ben çok eğlenceli bir oyun oynamaya karar verdim. 'Yasemin, beni şaşırtıyorsun, saçmalıyorsun, sen böyle şeyler söylemezsin, düşünmezsin' deme ufaklık. Çünkü normalde insanlar böyle yapar, tek bildikleri diğerlerini üzmektir, ve bunu yaparken de inan karşısındakini hiç düşünmezler. İnsanlar kötüdür hayat (böyle olması gerektiğini sen söyledin) ve kötü olan hep kazanır. Bu gece kazanan ben oldum.  Bundan sonra beni hiç üzemiceksin mesela. Hı hı, tabi sen zaten beni hiç üzmek istemezdin dimi? Eminim öyledir, ama bari bunu bana azıcık da olsa hissettirseydin be ya. Hep sen bişeyler istedin ben yaptım. Ama bu son ufaklık, son gece karnımdasın. Burnumdasın. Yarın yoksun.

8 Ocak 2013 Salı

Ciğerlerini yakan soğuk nefes


Hava buz gibiydi, yerler tamamen buzla kaplıydı. Yürüyordu mor kadın, arkasını dönüp gitmişti geçmişe, sonra bir an çok kızdı, öyle kızdı ki nefretini kusması gerektiğine karar verdi bir anda. Geri döndü, ağlayarak koşmaya başladı. Aldığı her nefesin ciğerlerini soğuttuğunun, göz yaşlarının bile donmak üzere olduğunun, ellerini ve ayaklarını hissetmediğinin, her nefesin, her nefesin ciğerlerini buz gibi ettiğinin farkındaydı. Hiç birine aldırmadan koştu.
Sonra yine arkasını döndü ve…gitti. Hep yaptığı gibi yine arkasından gelinsin istedi. Sonradan bunu yaptığı için kendisine çok kızacağını bildiği için yapmadı, arkasına dönüp bakmadı. Sadece yol boyu ağladı, ıssız yerlere yürüdü ve durdu. Etrafa baktı. Cılız bir ağacın gövdesine göre çok iri duran, büyük sarı yapraklarının bir sokak lambasının ışığını nasıl da yansıttığını gördü. Sarı yaprakların ardında görünen kopkoyu bir gökyüzü, hafif bir ay ışığının aydınlattığı. Sadece yukarılara baktı, etrafına değil. Çatılar, ağaçlar ve gökyüzü vardı sadece. Issızlık, soğuk, yalnızlık. Islak yanaklar, buz kesmiş, sızlayan eller. Hızlıca inip kalkan bir göğüs. Derin, buz gibi soluklar. Durdu. Göz yaşlarını sildi. Ve yalnızlığın iliklerinde donmuş, erimeyi beklediğinin farkına vardı.
Koşmasının üzerinden 15 dakika geçmişti. Kalbi bir kez daha uyarı verdi, sandığın kadar güçlü değilim. O derin solukların bedeli şimdi nefessiz kalmaktı. Bir süre kalbi onu rahat bırakmadı. Sonra vücudun dinlenmesiyle kalbi de rahat bir nefes aldı. Bu kez de ciğerleri bağırdı içeriden. Neredeyse donmuşlardı.  Mor geceliğini giydi, mor battaniyesine sarındı, bir çay yaptı, ciğerlerini sevindirdi. Çayın sıcaklığının göğsünde nasıl yayıldığını her yudumda hissetti.

Kedi


Öncelikle sevgili köpeğe küçük bir göndermeyle başlamak isterim. 
Sevgili köpek, bugün yine yurdun kapısın önünde gözlerim seni aradı, yine aynı yerde seni görmeyi istedim, ama sen yine yoktun. Düşündüm de üzgün olduğumda değil de hep mutlu olduğumda yanımdaydın. Ben üzgünken hiç yanımda olmadın. Bu çok kötü, çok kötü köpek. Bunun beni ne kadar kırdığını hayal bile edemezsin! Ama bak, senin kırdıklarını tamir edecek biri her zaman karşıma çıkabiliyor.
.
.
.
Ne zaman kafam bişeylere bozuk olsa, evren karşıma bir dost çıkarıyor, bir yalnızlık paylaşıcısı. Bu kez bir kediydi karşıma çıkardığı. Yurdun içine girmişti, insanlar onu seviyor ve kimse dışarı çıkarmaya çalışmıyordu. Gittim, onu kucağıma aldım ve bir koltuğa oturduk. Henüz çok küçüktü, kürek kemiklerinin inceliğini hissedebiliyordum. Küçük olduğundan bir türlü yerinde duramuyor, sürekli kıvranıyor ama kucağımdan inmeye de yanaşmıyordu. Bir süre (ne kadar olduğunu bilmiyorum), hipnotize olmuşcasına okşadım onu, o da hazzın doruklarında dolandı durdu. Sonra neden dedim, neden bir çılgınlık yapmıyoruz ki beraber? Şimdiye kadar hiç böylesine büyük bir çılgınlık yapmamıştım, aklımdan geçen gizlice kediyi odama sokmaktı. Belki de ilk kez böyle büyük bir yasağı delmeye kararlıydım. Korkuyordum, saçma bir şekilde delicesine korkuyordum, ya yakalanırsam? Ama bir taraftan da çılgın ikili bu geceyi birlikte geçiremez miydi? Neden olmasındı ki? Ben onu istiyordum yanımda o da beni. Aslında biraz bencillikti, onun fikrini almadan onu sırt çantama koyduğum gibi odama çıkarmam. Hiç sesini duymamıştım, belki de biraz bu cesaret verdi bana, sırt çantama koysam da sesini çıkarmayacaktı. Deli cesareti dedikleri işte tam olarak buydu. Bir çılgınlık anında yapılan bir hata. 
Odaya geldik, ilk iş ona bir tuvalet hazırladım. Sonra birer kutu ton balığını afiyetle midemize indirdik beraber. İlk defa tek kişilik yurt odamda bir yabancı konukla birlikte yemek yiyordum, ilk defa bu sessiz odada yalnız değildim. Kaloriferin altına bir battaniye serdim ve burası senin yerin dedim. Hiç itiraz etmeden kabul etti. Az önce yemek sonrası vücut temizliğini tamamladı ve ona gösterdiğim yerde tedirgin bir uykuya daldı.

Gelelim bana. Yemek yerkenki hırçınlığı beni biraz ürkütmedi değil. Hayvanlarla dışarıdayken aram çok iyi, ama bir odanın içinde baş başa kalma konusunda pek iyi olmadığımı daha önceki deneyimlerimden biliyordum zaten. Bu kez sabaha kadar uyumamayı göze almıştım. Gözüm kara bir şekilde odama getirdiğim kediyi şimdi bir an önce bu yurttan çıkarmak istiyordum. Sanırım ufak tefek korkularımı hala yenemedim. Kedi yanımda oldukça çok gergin olacaktım ve bunu da hiç istemiyordum. Garip bir şekilde yeniden odamda yalnız ve kafam rahat, sabaha kadar çalışmak istiyordum. 
Ama o şu anda mışıl mışıl uyuyor ve saat 11 olmadan onu çıkarmak zorundayım. Maalesef kedicik, ben de böyleyim işte, seni istediğim zaman hayatıma dahil edip, istediğim zaman da çıkarırım. Ve bunu yaparken sana sormam bile. Hoşça kal kedi.
...
Kediyi çantama attığım gibi dışarı çıkardım, çantanın içinde dolanıp durdu ama yine sesini çıkarmadı. Dışarısı buz gibiydi, tenha bir yerde onu çantadan çıkardım, bana kızmış gibi bir hali yoktu, hatta o kadar umursamaz bir tavrı vardı ki buna biraz içerledim. Sonra onu bulduğum yere, yurdun içine bıraktım, yürürken arkamdan gelmesini bekledim, hatta bunu istedim. Onu hem kovup hem arkamdan gelmesini beklemek de ne saçmalık ama! Kedi arkamdan gelmedi, tüm olan biteni umursamadı bile!
Neden umursasındı ki! Benim de ne saçma sapan beklentilerim vardı.
İşte böyle bitti bir hikaye daha, klasik Yasemin.

Sevgili köpek

Ne kadar kızgın olsam da sana köpek, yine her yurda girişimde, aynı yerde beni bekliyor olmanı diliyorum. Seni her ne zaman kapımın önünde bulsam affedecek, ne zaman gittiğini bilsem kızacakmışım gibi geliyor. Sana ne kadar kızarsam kızayım, seni orada her bulduğumda seni affedip yine o kocaman kürkünün içinde kaybolmak isteyeceğim sanki. Bu hiç doğru değil biliyorum, ya hiç gitme, hep kal, ya da git, bi daha da gelme emi, sevgili köpek.

7 Ocak 2013 Pazartesi

Uzak hayal

Ancak uzak bir hayal olabilirdi zaten, gerçek değil.
Her zaman söylemişimdir, insan hayatta yapmak istediği şeyleri yapamadıkça yaşamasının bir anlamı yoktur diye. Son zamanlarda bu söylediğimin arkasında duramamaya başlamıştım. Şimdiyse yeniden böyle düşünmeye başladım, mani kafası işte. Normal olduğum zamanlar da oluyor, o zamanlar sosyal hayata uyum sağlayabiliyor, herkesin yaşadığı gibi yaşamakta zorlanmıyorum. Ama şimdi... Şimdi çok zor bu sıradan hayata katlanmam, ama daha öncekine göre daha aklı başında davranabiliyorum sanırım bu kez, bu da bişeydir. İstediğim tek bir şey var. O da imkansız. O yüzden yaşamanın anlamı yok. Evet, herkesin yaptığı gibi ben de hayatın içine kapılıp giderim, diğer balıklarla birlikte dertsiz tasasız yüzüp giderim ben de akıntıya kapılıp, hayat iter arkamdan, daha da hızlanırım, zaman uçup gider, bir bakmışım ki... Ben de herkesin yaptığı şeyleri yapmışım, sonra da yok olmuşum, yokluğum bile fark edilmemiş.
Dedim ya, tek bir şey var, o da imkansızsa, diğer hiçbir şeyin anlamı yok artık.

2 Ocak 2013 Çarşamba

Mani kafası

Dünden başlandı hazırlıklar yapılmaya, poğaçalar, kurabiyeler, yanına ıvır zıvırlar, anne nolur birkaç çeşit daha yapalım, yapmaya doyamıyorum, ama zaten yeteri kadar çok çeşit var, izin yok! Ertesi gün ısrarlara devam, sabah temizlik yapan ben, hiç yorulmamış, akşam nolur poğaça yapıyım, kurabiye iyi olmadı yeni baştan yapıyım, simiti de, yanına da bir şeyler daha yapıyım, nolur anne, nolur, hayır kızım kim yicek o kadar şeyi? Offf, ben de çorba yaparım o zaman, en zahmetlisinden, hehehheehe, buna kimse hayır diyemez, zafer benimm. Bulaşıklar tamam mı? -Tamam. Daha önceden atlanan detaylar? -Şimdi hepsi tamam efendim.
Kitaplar alındı mı? -Evet.
Defterler? - Evet.
Dersler de boşlandı? -Tabii kiii...
Enerji patlamaları da tamam.  - Yep.
Alışveriş çılgınlığı? -Gayet yerinde.
İştahta artma? -Fazlasıyla.
Kafa güzel? - E yani, haliyle tabi.
Yorulmak da yok. - Yoook, olur mu hiç.
Dur durak da yoktur şimdi. - Yoktur efenim.
Güzeeeel. Senin kafa yine gitmiş hacı. Al ilacını, bas frene, otur yerine acık. - Peki efendim.
Ne? Biri proje mi dedi. Amaaan boşşver yaa, kim takar projeyi, yazarız iki günde biter ne kascaz yeaa...

Böyle mi oluyormuş? Bilincinde olup da mantıklı davranamamak. Espriler, gülmeceler, falan... Havaya saçılan anlamsız gülücükler, hiç tiksinmeden hem de. Doktorun yanına salak salak gülümseyerek mi giricem? Şu ilaçları al dediğinde, oluuur mu dicem suratımdaki deli gülümsemesiyle. Böyle mi oluyormuş? Bi dakka bi dakka, kafamı toparlayamıyorum, netleştirmem gerek. Hastalığın bilincindeyken ilk defa karşılaşıyoruz kendisiyle, öncekinde bilmeden karşılaşmıştık, farklıydı, kendimi bırakmıştım kollarına bu anlamsız mutluluğun. Şimdi biliyorum. Bunun bir gün olacağını da biliyordum (aslında bilmiyormuşum, şimdi anlıyorum). Ama hiçbir zaman doktor frene bas dediğinde, bu denli anlamamıştım ne demek istediğini. Hasta olmadan nasıl bu kadar iyi anlayabiliyorlar doktorlar beni? Bu imkansız. Sanki, sanki daha önce bunu yaşayan ben değilmişcesine unutmuştum nasıl olduğunu, belki de bilmeden yaşadığımdandır öncekini. Bilemiyorum. Unuttuğun bir şeyi hatırlamak gibi sanki şu an yaşadığım. Zihnim aydınlanıyor, sabah olmuş, ama güneş henüz doğmamış, daha erken. Sabahın en güzel vakti, o serin nefesi, o kokusu, sessizliği, huzuru, o yalnızken mutlu olabilme hissini vermesiyle, sabahın en güzel vakti. Uzun zamandır ilk defa uyumak istemiyorum. Gözlerimi kapatsam sanki gecenin bu sessiz saatlerinin güzelliğini kaçırmış olucam. Hayır, hayır. Uyumamalıyım bu gece. Bu düşünceleri kaçırmamalıyım. Hepsini, hepsini yazmalıyım. Beni anlayan birileri okumalı bu satırları. Ama anlam veremeyip, yazık bu kıza, bir şeyler yapmalı diyecek olanlar değil. Şu an öyle eminim ki, bunu yaşamamış olan biri asla anlayamaz bu satırları, yüzeysel görür yazılanları. Oysa ben öylesine derinden hissediyorum ki her kelimesini.

Sıra geldi yapılacaklara. Her zamanki gibi kendine emirler verme bölümüne geldi sıra. 1-Deli deli olma. 2-Doktorun yanında hiç gülme. 3- Başkalarının yanında da hiç gülme. Bırak seni normal sansınlar. 4- Adam gibi otur dersini çalış. 5- Doktorun bir gün bunu yaşayacağını öngörerek önceden vermiş olduğu talimatları düşün ve derhal uygulamaya koy.
Bir gece hakkın vardı kapılıp gitmeye yasemin. Çünkü yine ilk andan itibaren farkına varamamıştın. Farkına varman için zaman tanındı sana. Farkına vardıktan sonra da düşünmen için. Şimdi o süre bitti, normal olmasan da, normal olmaya çalışma vaktin geldi. Üç, iki, bir. Başla.