28 Şubat 2012 Salı

Yeni Bir Başlangıç


Hayatta hiçbir hata cezasız kalmıyordu. Hayatın normal akışı içinde bazen fark edemesek de, herkes bir şekilde hatalarının bedelini ödüyordu. Ben de çocukluğumdan kalan son damla gözüpekliğim ve umursamazlığımla yapmış olduğum, o zamanlar göremesem de, büyük bir hatanın bedelini fazlasıyla ödüyordum.
Aşk, hayatın içine öylesine işlemiş, kadınla erkek arasındaki etkileşim hayatın her alanında o kadar görmezden gelinemez hale gelmişti ki, bunu inkar etmek imkansızdı. İnsanlar atacakları her adımda, bu karmaşık ilişkileri göz önünde bulundurmak zorundaydı. Belki de en zoru, böyle bir dünyada, bir aileyi bir arada tutabilmekti. Zira doğamız gereği, bu olan biteni durdurmak imkansızdı.
Hatalarının bedelini ödediğinin farkında olan bir insanın kabullenişiyle, yavaş yavaş dibe batışımı seyrettim. Ama arkadaşım haklıydı. Ne yazık ki bundan daha kötüsü de vardı ve ben hiç aklıma getirmek istemesem de, benim başıma gelecek olan da buydu. İnsanı hayata bağlayan şey yaptığı işti…
Her bitiş, yeni bir başlangıçtı…

16 Şubat 2012 Perşembe

BU YAZ


Bu yaz anneannem ve dedemin köydeki evlerinde kalmak üzere bir haftalığına Çankırı’ya köyüme gittim. Ben onların onlar da benim bir dediğimi iki etmediğinden (anlatım bozukluğu takıntınız varsa kusura bakmayın) sorunsuz ve çok güzel bir hafta geçirdik. Her akşam bahçeden marul, tere ve bilumum yeşillikleri toplayıp salatayı yapan ben, bir keresinde bahçemizdeki vişne ağaçlarından dedemin öğrencilerinin de yardımıyla topladığımız tüm vişneleri yıkayıp, ayıklayıp anneannemle birlikte reçel bile yaptım. İnsanın bahçesinde bir şeyler yetiştirmesi harika! Her neyse.
Günümün çoğunu anneanneme çeşitli işlerde yardım ederek geçiriyor, geri kalan kısmında da kitap okuyordum, dedemin benim için, derenin kenarındaki iki kavak ağacının arasına yapmış olduğu hamakta sallanarak tabii. Övünmek gibi olmasın ama, bir gün dedemle derenin kenarında otururken, ‘bizim bir hamak vardı ya ne oldu o?’ gibisinden laf atayım dedim, 10 dk sonra hamağımda sallanıyor buldum kendimi, öyle de sevecen bir dedem vardır hani :) Anneanneme ‘Senin lokma tatlısının da yeri bir başka’ dediğimi ve sonrasında olanları hiç anlatmıyorum bile. 
Bu da bizim köyün tepeden panoramik bir fotoğrafı. Fotoğrafın üzerine işaretleme yapmak istemediğimden bizim evi gösteremiyorum ama köyün en son ve dereye en yakın evi bize ait, dere ağaçların arasından aktığından göremiyorsunuz.


Evet okumak diyordum, bir yandan da yazıyordum, her zaman yaptığım gibi. Bir şeyler okuduğum zamanlarda daha bir yazasım oluyor nedense, neyse. O sıralar okuduğum kitap ‘Sefiller’ di. Bir akşam dedemle oturmuş din üzerine koyu bir sohbet içine girmiştik. Dedem her zamanki bize bir şeyler öğretebilme, arkasında izler bırakabilme kaygısıyla, sohbetin içinde bazı dersler de vermiyor değildi. O sırada anneannem banyodan seslendi, ‘hoca efendiiii’… Dedem de bir yandan onun sırtını liflemek üzere gömleğinin kollarını katlarken bir yandan ‘bensiz de hiçbir şey yapamaz’ diye gülümseyerek mırıldanıyordu. Sonra banyoya giderken kapının eşiğinde durdu, döndü ve; ‘Sefilleri okuyorsun, tabii ki bunları da oku, geleceğin için önemli, ama bu dünya bir yolculuk, buradan İstanbul’a giderken otobüste ne kadar rahat edebilirsen o kadar rahat edebilirsin bu dünyada, o yüzden diğer taraf için de bir şeyler yapmak gerek’ dedi ve gitti. O anda bütün dünya durdu sanki, ben sadece düşündüm. Dedem hayatı boyunca ibadet etmiş, sadece bununla da kalmamış etrafındaki herkes tarafından sevilen ve sayılan bir insan olmayı başarmıştı. Bense üniversite hayatım boyunca ahiret inancını tamamen unutarak yaşamış, neredeyse dua etmekten başka hiçbir şey yapmamıştım, hatta son zamanlarda ibadet etmeden dua etmenin utanılacak bir şey olduğunu düşündüğümden dua da etmiyor, giderek dinden uzaklaşıyordum ve şimdi bu gerçek, hem de çok sarsıcı bir şekilde suratıma çarpıyordu. O sıralarda okuduğum ‘Sefiller’ yüzünden de aklım epey karışık olduğundan belki, dedemin kapının eşiğinde durup söylediği o laf, çok etkilemişti beni. O gece uyuyamadım ve düşündüm. Okuduğum bir kitapta (uçurtma avcısı) ‘yeniden iyi bir insan olmak mümkün’ diyordu. Ben de öyle dedim kendime ve o yazı ibadet ederek geçirdim.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Biriyle tanıştım ve bana kuantumdan falan bahsetti, bir şekilde aklıma bu fikrin tohumlarını ekti. Kuantumla ilgili bir sürü kitap aldım, hiçbirini okumaya gerek duymadım sonra. İnternette yaptığım kısa bir araştırmanın üzerine bu konuda çok fazla düşündükçe, günlük yaşamdan çok basit olayları bile kuantumla açıklamanın mümkün olduğunu keşfettim. Daha önceki deneyimlerimi düşündüm, hepsini bununla açıklayabiliyordum, hatta yeni şeyler denedim ve başarılı da oldum. İnsan sadece istediği şeyi başaracağına yürekten inanırsa ona ulaşamaması için hiçbir engel kalmıyordu önünde. Başarısızlıkların hepsinin sebebi yeteri kadar inanmayışımızdı başaracağımıza. İşte tam da buna inandığım bir dönemde birçok cesur karar aldım, arkadaşlarım şaşırıp kaldı, nasıl böyle büyük kararlar alabildiğimi merak etti. Buyrun, işte sebebi.
Bu da çok kısa bir süre içinde bir uç noktadan diğer bir uç noktaya nasıl ulaştığımın hikayesidir.

Çok sonra gelen düzeltme:
http://vanellusia.blogspot.com/2012/09/kutuplar-aras-epey-yol-katettim.html

15 Şubat 2012 Çarşamba

OLGUNLUK

Yıllarca inatla, benden yaşça büyük olan kimi kişilere, 'yaşım küçük olduğu halde onlardan daha olgun olduğumu' söyleyerek ne büyük çocukluk ettiğimi, aslında ben bunları söylerken onları içten içe kıs kıs güldürdüğümü fark ettim. Olgunluk, artık olgunlaştığını düşündüğün ya da iddia ettiğin zamanlarda aslında hiç de olgun olmadığını kabullenmek midir? Öyleyse ben şu an olgun sayılır mıyım? Peki ya aylar sonra yine aynı şeyi söylersem ve ondan aylar sonra da aynı şeyi söylersem, ortaya attığım olgunluk tanımını çürütmüş olmaz mıyım? İnternette birisi olgunluk için şöyle bir cümle kurmuş, daha doğrusu cümlenin başlangıcı ve can alıcı noktası şöyle; ‘bugünlerde benim için olgunluk…’ evet sanırım bu daha iyi açıklıyor her şeyi. Olgunluk gün geçtikçe artan, her gün biraz daha edinilen ve her ne zaman tanımlanırsa tanımlansın, cümlenin başına ‘bugünlerde benim için olgunluk…’ tümcesi getirilmesi gereken bir olgudur.
Eh bu kadar söylemişken bugünlerde benim için olgunluk tanımını da yapayım bari; 'her şeye ok' diyebilmektir, ya da 'olur, fark etmez'... Ama bunları söylerken aslında ne kadar da fark ettiğini ama böyle söyleyerek karşındakini mutlu edeceğini düşünmektir. İnatçılığın biraz biraz son bulmaya başladığı bir dönemdir. Daha kolay 'tamam' der, az konuşup, çok dinler, karşındakini dinlerken kafa sallarsın içinden şunları geçirerek; ' hepsini biliyorum, bundan sonra ne yaşayabileceğini de, ama söylesem de yine aynısını yapacaksın onu da biliyorum, en iyisi söylemeyim' ...
Sorumluluk alabilecek yaşta olduğunu düşünmektir, hatta sorumluluk almaya çalışmaktır (ne saçma, zorunda kalmadıkça sorumluluk al-ma!). Elde edebileceğin şeylerle yetinebileceğini düşünmeye başlamak, hayallerinden uzak bir hayatı aslında kabul edebileceğini kabullenmeye çalışmaktır.
Bu ağır cümleden sonra ne yazsam hafif kalır, ben kaçayım en iyisi, boğazıma bir fil oturdu sanki!