Bu yaz anneannem ve dedemin
köydeki evlerinde kalmak üzere bir haftalığına Çankırı’ya köyüme gittim. Ben onların
onlar da benim bir dediğimi iki etmediğinden (anlatım bozukluğu takıntınız varsa kusura bakmayın) sorunsuz ve çok güzel bir hafta
geçirdik. Her akşam bahçeden marul, tere ve bilumum yeşillikleri toplayıp
salatayı yapan ben, bir keresinde bahçemizdeki vişne ağaçlarından dedemin
öğrencilerinin de yardımıyla topladığımız tüm vişneleri yıkayıp, ayıklayıp anneannemle
birlikte reçel bile yaptım. İnsanın bahçesinde bir şeyler yetiştirmesi harika! Her
neyse.
Günümün çoğunu anneanneme çeşitli
işlerde yardım ederek geçiriyor, geri kalan kısmında da kitap okuyordum,
dedemin benim için, derenin kenarındaki iki kavak ağacının arasına yapmış
olduğu hamakta sallanarak tabii. Övünmek gibi olmasın ama, bir gün dedemle
derenin kenarında otururken, ‘bizim bir hamak vardı ya ne oldu o?’ gibisinden
laf atayım dedim, 10 dk sonra hamağımda sallanıyor buldum kendimi, öyle de
sevecen bir dedem vardır hani :) Anneanneme ‘Senin lokma tatlısının da yeri bir başka’ dediğimi ve sonrasında
olanları hiç anlatmıyorum bile.
Bu da bizim köyün tepeden panoramik bir fotoğrafı. Fotoğrafın üzerine işaretleme yapmak istemediğimden bizim evi gösteremiyorum ama köyün en son ve dereye en yakın evi bize ait, dere ağaçların arasından aktığından göremiyorsunuz.
Evet okumak diyordum, bir yandan
da yazıyordum, her zaman yaptığım gibi. Bir şeyler okuduğum zamanlarda daha bir
yazasım oluyor nedense, neyse. O sıralar okuduğum kitap ‘Sefiller’ di. Bir
akşam dedemle oturmuş din üzerine koyu bir sohbet içine girmiştik. Dedem her
zamanki bize bir şeyler öğretebilme, arkasında izler bırakabilme kaygısıyla, sohbetin
içinde bazı dersler de vermiyor değildi. O sırada anneannem banyodan seslendi, ‘hoca
efendiiii’… Dedem de bir yandan onun sırtını liflemek üzere gömleğinin
kollarını katlarken bir yandan ‘bensiz de hiçbir şey yapamaz’ diye gülümseyerek
mırıldanıyordu. Sonra banyoya giderken kapının eşiğinde durdu, döndü ve; ‘Sefilleri
okuyorsun, tabii ki bunları da oku, geleceğin için önemli, ama bu dünya bir
yolculuk, buradan İstanbul’a giderken otobüste ne kadar rahat edebilirsen o
kadar rahat edebilirsin bu dünyada, o yüzden diğer taraf için de bir şeyler yapmak
gerek’ dedi ve gitti. O anda bütün dünya durdu sanki, ben sadece düşündüm. Dedem
hayatı boyunca ibadet etmiş, sadece bununla da kalmamış etrafındaki herkes
tarafından sevilen ve sayılan bir insan olmayı başarmıştı. Bense üniversite
hayatım boyunca ahiret inancını tamamen unutarak yaşamış, neredeyse dua
etmekten başka hiçbir şey yapmamıştım, hatta son zamanlarda ibadet etmeden dua
etmenin utanılacak bir şey olduğunu düşündüğümden dua da etmiyor, giderek
dinden uzaklaşıyordum ve şimdi bu gerçek, hem de çok sarsıcı bir şekilde
suratıma çarpıyordu. O sıralarda okuduğum ‘Sefiller’ yüzünden de aklım epey
karışık olduğundan belki, dedemin kapının eşiğinde durup söylediği o laf, çok
etkilemişti beni. O gece uyuyamadım ve düşündüm. Okuduğum bir kitapta (uçurtma
avcısı) ‘yeniden iyi bir insan olmak mümkün’ diyordu. Ben de öyle dedim kendime
ve o yazı ibadet ederek geçirdim.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Biriyle
tanıştım ve bana kuantumdan falan bahsetti, bir şekilde aklıma bu fikrin
tohumlarını ekti. Kuantumla ilgili bir sürü kitap aldım, hiçbirini okumaya
gerek duymadım sonra. İnternette yaptığım kısa bir araştırmanın üzerine bu
konuda çok fazla düşündükçe, günlük yaşamdan çok basit olayları bile kuantumla
açıklamanın mümkün olduğunu keşfettim. Daha önceki deneyimlerimi düşündüm,
hepsini bununla açıklayabiliyordum, hatta yeni şeyler denedim ve başarılı da
oldum. İnsan sadece istediği şeyi başaracağına yürekten inanırsa ona
ulaşamaması için hiçbir engel kalmıyordu önünde. Başarısızlıkların hepsinin
sebebi yeteri kadar inanmayışımızdı başaracağımıza. İşte tam da buna inandığım
bir dönemde birçok cesur karar aldım, arkadaşlarım şaşırıp kaldı, nasıl böyle
büyük kararlar alabildiğimi merak etti. Buyrun, işte sebebi.