Hava buz gibiydi, yerler tamamen buzla kaplıydı. Yürüyordu
mor kadın, arkasını dönüp gitmişti geçmişe, sonra bir an çok kızdı, öyle kızdı ki nefretini kusması gerektiğine karar verdi bir anda. Geri
döndü, ağlayarak koşmaya başladı. Aldığı her nefesin ciğerlerini soğuttuğunun,
göz yaşlarının bile donmak üzere olduğunun, ellerini ve ayaklarını
hissetmediğinin, her nefesin, her nefesin ciğerlerini buz gibi ettiğinin
farkındaydı. Hiç birine aldırmadan koştu.
…
Sonra yine arkasını döndü ve…gitti. Hep yaptığı gibi yine
arkasından gelinsin istedi. Sonradan bunu yaptığı için kendisine çok
kızacağını bildiği için yapmadı, arkasına dönüp bakmadı. Sadece yol boyu
ağladı, ıssız yerlere yürüdü ve durdu. Etrafa baktı. Cılız
bir ağacın gövdesine göre çok iri duran, büyük sarı yapraklarının bir sokak lambasının ışığını nasıl da yansıttığını gördü. Sarı yaprakların ardında görünen kopkoyu bir
gökyüzü, hafif bir ay ışığının aydınlattığı. Sadece yukarılara baktı, etrafına
değil. Çatılar, ağaçlar ve gökyüzü vardı sadece. Issızlık, soğuk, yalnızlık.
Islak yanaklar, buz kesmiş, sızlayan eller. Hızlıca inip kalkan bir göğüs. Derin,
buz gibi soluklar. Durdu. Göz yaşlarını sildi. Ve yalnızlığın iliklerinde donmuş,
erimeyi beklediğinin farkına vardı.
…
Koşmasının üzerinden 15 dakika geçmişti. Kalbi bir kez daha
uyarı verdi, sandığın kadar güçlü değilim. O derin solukların bedeli şimdi nefessiz
kalmaktı. Bir süre kalbi onu rahat bırakmadı. Sonra vücudun dinlenmesiyle kalbi
de rahat bir nefes aldı. Bu kez de ciğerleri bağırdı içeriden. Neredeyse
donmuşlardı. Mor geceliğini giydi, mor
battaniyesine sarındı, bir çay yaptı, ciğerlerini sevindirdi. Çayın
sıcaklığının göğsünde nasıl yayıldığını her yudumda hissetti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder